ST. PAUL YOLU; ANADOLU'DA HRİSTİYANLARIN AYAK İZLERİ




ST. PAUL  YOLU TREKKING



GEZİ TARİHİ : 28 NİSAN-3 MAYIS 2018

 
BU ÇOK HOŞ çobanıl topraklarda insanın aklına sürekli olarak mitolojinin ve klasik ozanların pasajları geliyordu. Burada su ve orman perileri ile yarı insan yarı keçi ilahlardan oluşan veya Arkadia Tanrısı'nın birdenbire ortaya çıkması veya Amazon savaşçıları ile avcılar tanrıçasının ormanlık alanlarda av peşinde sıçrayarak koşması çok doğal bir şeymiş gibi geliyordu”. ANADOLU, E.J. Davis. (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006, Çev. Funda Yılmaz).
Yukarıdaki paragraf Davis adlı İngiliz asıllı rahip-seyyaha ait. Mısır'da rahiplik yaparken, fırsatını bulup İzmir'den başlayan Ege bölgesi yolculuğunu anlatıyor. Gezi yılı 1872...Yani benden 146 yıl önce gelmiş St.Paul ve Likya Yollarına. Kitabından bir pasajı paylaşmak istedim.

Anadolu topraklarında nice trekking rotası biliyordum ama, nedense St.Paul rotasını hep göz ardı etmiştim. Meğer katedilmesi gereken yerler arasında ilk sırayı hak ediyormuş. Geç oldu belki, ama güzel oldu. Bahar aylarında Likya Etaplarını geçeyim diye plan yaparken, St. Paul rotasını da ekledim gezi planıma. DÜŞ PATİKASI'ndan ASUMAN BİLGİÇ ve 6 arkadaşımla beraber 8 kişi düştük yollara. Bu rota, uyanıkken güzel rüya görmek isteyenlere harikalar diyarını vadediyor. Trekking turlarını beraber yapmayı tercih ettiğim gezgin arkadaşların sitesine arzu ederseniz buradan ulaşma şansınız var. https://www.duspatikasi.com/  

2018 yılında rotaya girdiğimizde, 4. gün kendimi halsiz hissettiğim için  TAZI KANYONU'ndan  aşağı inmeyip, o gün yürüyüşü yarıda kesmiştim. 1 yıldır içimde ukde kalan o iniş parkurunu kat etmek ve bu coğrafyanın havasını, aurasını, etkileyiciliğini yeniden yaşamak için 2019 yılı Nisan ayında tekrar gidiyorum. Gezi yazımı geç hazırlamış olsam da, her konusu açıldıkça St. Paul Yolundan 1 yıldır hep keyifle bahsettim. 

St Paul M.Ö.46-67 yılları arasında Kudüs ve Antakya'dan başlayan Anadolu'nun özellikle Ege Bölgeleri, Yunanistan ve İtalya'ya uzanan toplamda 4 gezi yapmış ve bunların özellikle ilkinde bugün St. Paul Yolu olarak adlandırılan güzergahtaki noktalara uğrayarak, Hristiyanlığı yaymaya çalışmış. Tarsuslu Paulus olarak da bilinen misyoner Avrupa'da gezerken de karşımıza en fazla çıkacak olan karakter. Hristiyanlık aleminde önemli rolü var ve dinler tarihi açısından bakıldığında da hristiyanlığın siyasallaşaması sürecinde adından hep bahsedilen bir kişidir. 

Bugün yürünen St.Paul rotası yaklaşık 500 km uzunluğunda ve güneyde bir kol Aspendos'tan, diğer kol Perge'den başlayıp, Adada Antik Kenti'nde birleşiyor ve buradan kuzeye doğru çıkıp, Eğirdir Gölü'nün batısından devamla, gölün dar bölgesinden karşıya atlayıp, Yalvaç'ta nihayetleniyor. Aslında bu rota ticaret ve kültürel aktarım için kullanılmış yollar. Yani St. Paul ilk geçen değil, sadece bizler gibi bu rotadan geçenlerden biri. Ama bu misyonerin bu rotanın meşhur olmasında rolü çok büyük. Tabi Paul buralarda misyonerlik yaparken, standart rota dışında da yerlere uğramış. Kate Clow, St Paul rotası için çalışma yapmış ve bir kitap da yayınlamış.

Güzergah üzerinde görülmeye değer harika bölgeler var. Köprü Çay'ı zaten takip ediyorsunuz ve varış Köprülü Kanyon Milli Parkı. Biraz daha batıda ise Yazılı Kanyon Milli Parkı ve civarını adımlıyorsunuz. Kuzey tarafta ise, Eğirdir Gölü'nün batı bölgesini keşfediyorsunuz. Bu rota fazla bilinen bir rota değil ve ilk kat edenler arasına girmek güzel bir duygu.

TUR HAKKINDA GENEL BİLGİ

Gezi süremiz 6 gündü ve her gün ayrı bir rotadan devam ettik.



 Haritada 6 gün boyunca takip ettiğimiz yürüyüş yollarının başlangıç ve bitiş noktalarını topluca ve yaklaşık olarak işaretledim. Tüm yürüyüşlerde olabildiğince fazla fotoğraf çektim ve gün gün fotoğraflı anlatım yapacağım yazımın devamında.  
Geçtiğimiz rotalar zorlu değildi. Sadece 2.gün yürüyüşte çok kısa bölümlerde dik tırmanış vardı ama genel olarak son derece rahat geçilebilen rotalar. Yürüyüşe meraklı herkes çekinmeden St. Paul Yolu yürüyüşüne katılabilir.  Bu bölgede trekking yapacaksanız Nisan-Mayıs ile Eylül-Ekim aylarını tercih etmek hava şartları açısından daha uygun olabilir. Ama yaz aylarında gidildiğinde de Akdeniz sahil şeridi kadar bunaltacağını sanmıyorum.

Güzergahlar yer yer işaretlenmiş. Ama gerek Likya Etapları, gerekse St. Paul Yolu için gene de rotayı bilen birinin önderliğinde yürümenizi tavsiye ederim. Yok ben macera arıyorum, bakarım başımın çaresine derseniz söyleyecek sözüm yok, gene de uyarmadı demeyin. Bu rota Likya kadar sık işaretli değil, bilginiz olsun.

Konaklama için güzergah üzerindeki otel ya da pansiyonları kullanabilirsiniz. Ya da çadır konaklamalı bir gezi de planlayabilirsiniz. Arkadaşlarla Eğirdir Gölü Can Adası'nda bir otelde ve Köprü Çay üzerinde bir pansiyonda konakladık. 

Su, gıda ve ekipman konusuna gelince; yol üzerinde çeşmeler var ve köylerden geçiliyor. Fakat buna güvenip, az su alıp, atıştırmalık almadan çıkmayın yola. Su için 5 lt lik, sırt çantasının iç duvarına yerleştirilen plastik, hortumlu su aparatı kullanıyorum ve şiddetle tavsiye ederim. Camelpak denen ekipmanla suya ulaşmak çok pratik ve pet şişeler gibi denge bozucu değil. Bana günlük 3 lt su yetiyor. Tabi ki herkesin günlük su ihtiyacı farklı. Gıda ise; kuruyemiş, ufak kutu süt ve meyve yetiyor. Siz zevkinize göre konserve, peynir,  salatalık, domates, ekmek, sandviç ve kolay taşınacak diğer gıdaları da tercih edebilirsiniz. Bir de aramızda keyif düşkünü olanlar var ki, üşenmeden termos ile çay taşıyorlar. NOT: GENEL LİKYA YAZIMDA gerekli ekipmanlar ve bu bölge yürüyüşü hakkında genel bilgi edinebilirsiniz.

Ekipman olarak Baton tavsiye ederim. Kamera taşıdığım için kullanamıyorum ama yürüyüşü kolaylaştırdığını biliyorum. Kendinizi konforlu hissedeceğiniz sırt çantası en az ayakkabı kadar önemli. Kafa feneri ya da normal fener, yedek t-shirt, çorap, güneş kremi, küçük bir ilk yardım çantası, çakı, sıcak tutacak üst katman ve rüzgarlık, şapka, bandana olmazsa olmazlar. Yedek ayakkabı ise tedbiren iyi olur. 

GÜN GÜN FOTOĞRAFLI ANLATIM......

1.GÜN 28 NİSAN 2018

GENEL ROTA: Sütçüler'e bağlı Karadiken Köyü civarından yürüyüşe başladık ve Kovada Gölü solumuzda kalacak şekilde, kuzeye yürüyüşümüzü yaptık.
Rotaya 16:30 da girdik ve 19:30 da yürüyüş bitti. 1215 metreye ulaştık. Toplam 7 km yürüyüş.
İlk gün özeline yürüyüş biraz geç başlayabiliyor. Sabah Antalya Havalimanı'nda buluşup, 6 gün boyunca bize eşlik edecek olan aracımıza bindik. Yol üzerinde bir restoranta kahvaltıya gittik önce.


  

Kahvaltı yaptığımız Sedir Restorant iyi lezzetler sunuyor. Dönüşte de uğradığımızda BAMYA ÇORBASI yedim. Yedim diyorum, çünkü etli bamya yemeği gibi ve yediğim en güzel kurutulmuş, minnak bamya çorbasıydı. Afiyet olsun.







Kahvaltı sonrasında mutlaka görülmesi gereken Burdur'a bağlı Ağlasun'un kuzeyinde kalan SAGALASSOS ANTİK KENTİ'ni görmeye gittik.



Sagalassos'un yukarıdan görüntüsü. Bu alanın tarihi M.Ö. 10.000 lerde başlıyor ve ilk düzenli yerleşim izleri M.Ö. 6500 lere denk geliyor. M.Ö. 3000-2000 dönemlerinde bu bölgeye Hitit'lerin bir kolu olan Luwiler yerleşiyor. M.S. 2. yy da Antik Pisidya'nın başkentliğini yapıyor. Farklı kültürlerin etkisi var bu bölgede ve Helen Kültürü, Roma Kültürü ağır basanlardan. UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne önerilmiş bir antik kent burası.




Sagalassos, Luwice bir isim ama anlamının ne olduğu bilinmemekte. M.S. 11. yy da Agalassu Pisikoposu olarak tarihe geçen kişiden dolayı da M.S. 13. yy da antik kentin aşağısına yerleşen Selçukluların bölgeye Ağlasun adını verdikleri söyleniyor.






  


Antik kentten güneye doğru bakış. Ağlasun aşağıda kalıyor. Kentin buraya kurulmasının bir nedeni de bölgenin rüzgarlar nedeniyle çok iyi hava alması.

İlk yerleşenlerin güvenlik nedeniyle bölgede sarp yamaçları tercih ettiği biliniyor. Bu arada, o dönemlerde aşağıda görülen vadiler hayli verimli ve su kaynakları da zengin. Bölgenin toprak yapısı bura halkının kaliteli seramik ürünler ve tuğla yapımcılığında ilerlemesini sağladığı gibi, tarımın da önemli bir geçim kaynağı olmasına sebep. Kırmızı astarlı seramikten kap-kacak,ve zeytin-zeytin yağı ihracatında Roma döneminde öne çıkıyor bu bölge. Hatta Mısır'a gemi yapımı içingöknar ağacı ihrac edildiği bile düşünülüyor.









Antik kentte dolaşırken değişik ot ve bitkilerle karşılaştım ve bir kare olsun almak istedim. Peki bu antik kent neden terk edilmiş derseniz; aslında terk ediliş değil, M.S. 541-542 yıllarında veba salgını ve sonrasında M.S. 610 civarında meydana gelen şiddetli deprem şehrin nüfusunu o kadar azaltmış ki, geriye kalan insanlar kent yakınındaki yerlerde yaşamlarını devam ettirmeye çalışmışlar.





Yukarı Agora kısmında kalan ve kentin en ihtişamlı yapısı ANTONİNLER ÇEŞMESİ. Bu alan kentin politik merkezi. Çeşmenin fotoğrafa göre solunda meclis binası varmış. Erkeler bu meydanda politik söylevler atarlarmış. 








Çeşme M.S. 160-180 yıllarında yapılmış. ve şelalesi havuzu besliyor. Çeşmenin mimarisine ve ihtişamına bayıldım. 28 mt uzunluk, 9 mt yükseklik, Yani 3 katlı binadan yüksek diyebiliriz. Çeşmenin orijinal bazı heykelleri ve parçaları Burdur Müzesi'nde sergilenmekte. İçimde mayo olsaydı gerçekten çocuklaşıp, akan suyun altına atardım kendimi.   








Oya çekmiş fotoğrafımı. Akan suyu almaya çalışırken.


Aşağıdan bakınca şelale. M.S. 610 yılında meydana gelen büyük depremde çeşme de hasara uğramış ve zamanla erezyon dolayısıyla da toprak altında kalmış. 1993 yılında kazısı yapılmaya başlanmış ve ardından restorasyonu yapılmış. 17 yıl sürmüş çalışmalar ve sonuçta çeşme başarı ile ayağa kaldırılmış.






  
Antoninler Çeşmesi şarap ve tiyatro tanrısı Dionysos'a adanmış olmakla beraber, çeşmeyi yaptıran ailenin ölen kızlarının anısına yaptırdığına dair bilgilerde var. Tabi bir de semboller var işin içinde; akan çeşme erkeklik organı, havuz doğan çocuğu, havuzdan kanallara ulaşan su hayatın döngüsünü ve nihayetinde bitiş noktası ölümü sembolize ediyor.


.
Sagalassos Antik Kenti'nde GençHelenistik Çeşme, Neon Kütüphanesi ve tiyatroya ulaşmak için kentin yukarısına doğru çıkıyoruz.












GENÇ HELENİSTİK ÇEŞME M.Ö. 50-25 yıllarında şehrin su ihtiyacını karşılamak için inşa edilmiş. Çeşme civarındaki bölge ise gelir düzeyi yüksek ailelerin oturduğu alan haline gelmiş.










NEON KÜTÜPHANESİ M.S. 120 civarında Titus Neon adlı kentin ileri gelen aile ferdi tarafından, babasının anısına yaptırılmış. O devirlerde şehrin spor, kültür vb. konularında hamiliğini üstlenen ve bu tip anıt ve yapılar inşa ettiren şehrin ileri gelen aileleri var. Bu ailelerin şehre yaptığı bu tip yatırımlarla şehirler güzelleşmiş. Kütüphanenin mozaikleri çok dikkat çekici ve orijinal.







TİYATRO nun seyirci girişi. Mihenk taşı sistemiyle inşa edilmiş. Aslında girişinden tiyatronun ne kadar büyük olduğunu anlayamıyorsunuz. Parados denen seyirci girişi depremde zarar görmemiş sanırım.







Seyirci basamaklarına oturup, teker teker ortaya geldik ve ses net duyuluyor mu diye denemeler yaptık. En üst basamaklarda bile sahnedeki arkadaşın sesi net duyuluyordu. Basamaklarda oturanın da sesi sahneye net gidiyor. Tabi azıcık yüksek ses lütfen. Tiyatro için gezgin Charles Fellows "Gördüğüm ve duyduğum tiyatroların en zarifi ve en güzeli" demiş. Katılıyorum. basamaklarına oturunca ezberden olmasa da, cep telefonundan şiir arattırıp, yüksek sesle okuyacak cesareti veriyor insana.


Sagalassos'tan ayrılıp, AĞLASUN'a geldik. Merkezde TADIM PİDE'de kuşbaşılı pide, Burdur şiş ve sütlaç sipariş ettim. Yemeklerin hepsi gayet lezzetliydi. Özellikle sütlaç az şekerli yapılmıştı. Arzu edene güveç, ızgara, pizza da var. Siparişiniize göre ürünler 6,- Tl ile 20,-Tl arası
.

Ağlasun'da pidecinin karşısında kafe var. Kafenin duvar yazısı gülümsemek için sebep veriyor insana 😊  










Bu civarda LAVANTA ve GÜL yetiştiriciliği yapılıyor. Yürüyüşümüz sırasında bazı küçük lavanta tarlalarına denk geldik. 
Yürüyüş rotamıza girmek için aracımızla SÜTÇÜLER'e bağlı KARADİKEN Köyü'ne doğru yola çıktık.





KOVADA GÖLÜ yakınındaki rota başlangıcımıza ulaşınca, gerekli ekipman hazırlığını yapıp, yürüyüşümüze 16:30 civarı başlamış olduk. Aslında sabahtan bu yana bir şekilde gezdik ama, asıl trekking buradan başlıyor. Yürüyüşe başladığımız yerde gelincikler bizi karşıladı ve uğurladı 😊.

  




Etabın ilk bölümü oldukça düzlük alanlar ve rahat tempoda başladı.












Akşam yorgunluk atmak için sıcak suda demleyeceğimiz bir miktar ADAÇAYI da topladık elbet. Hala düz alandayız. 





Ürkütmemeye çalışıp, geçtik yaınından. Nasıl sakin ve sevimli.












Azıcık nefeslenip, yola devam. İlk gün hem uçak yolculuğu, hem Ağlasun-Sagalassos gezisi derken aslında yorulmuştuk. Ama az sonra KOVADA GÖLÜ'nü görünce yorgunluk filan kalmadı. 
















GEZGİN BOTLAR kamera arkasında, ekip az sonra KOVADA GÖLÜ'ne ulaşmış olacağız.









İşte KOVADA GÖLÜ. Yaklaşık 1215 metre yükseklikteyiz. Manzara tüm güzelliği ile karşımızda. İnsan gölün kıyısında olsa, bu güzelliği böylesine fark edemeyebilir. 










KOVADA 1970 yılında milli park ilan edilmiş ve sit alanı. Çok zengin bitki örtüsü var. Kızılçam, karaçam, sandal, kokar ağaç, ardıç bunlardan bir kaçı. Dağ muşmulası, böğürtlen, yabani gül gibi bitkiler ise çalılık tipi olanlardan bir kaçı. Balık olarak sazan, levrek, istakoz bulunuyor ama düzensiz avlanma maalesef bu çeşitlerin popülasyonunu azaltmış. 153 tür kuş olduğu da tespit edilmiş.





Herkes gölden iyi kare alma derdinde. Bulunduğumuz noktada  sivri bir kayalık alan vardı ve sırayla hepimiz çıkıp, görsel işini ve olmazsa olmaz sosyal medya paylaşım işini hallettik. Asuman tam da çekim tuşuna basarken.














Bahsettiğim yüksek kayalık alandan çektiğim kare. Kovada gölünü besleyen kaynaklar oldukça temiz olduğu için göl de çok temiz görünüyor. yukarıdan. Umarım hep böyle kalır.










İşte Meryem.... Yukarıda teri soğutacak kadar rüzgar esiyordu. üst katmanlar giyilmiş.....










1215 metre yükseklikte KOVADA solumuzda kalırken, sağ tarafın da manzarası böyleydi...












Yukarıdaki kareyi çekerken, Meryem de beni çekmiş.....











Kovada'dan bir de panaromik fotoğraf olsun istedim. Meryem çekmişti kareyi....




Göl manzarasını seyretmek, fotoğraflarını çekmek ve biraz atıştırmak için yeterince vaktimiz vardı ve dinlendikten sonra tekrar yolumuza devam ettik. Artçıyım ve ekibi sürekli arkadan çekmek zorundayım. Olsun, belge belgedir.:)














Artık iniş başladı. Bugünkü rota son derece rahat bir rotaydı. 1215 metreye çıktık.dediysem, öyle eğimi yüksek yerlerden geçmedik. Tatlı yokuşlar vardı. Tepe noktaya kaç metreden çıkmaya başladığımızın notunu almamışım. Ama çok irtifa kaydetmedik ilk gün....







Etraftaki detaylara da dikkat etmek lazım. Bu nazlı çiçeğin yayınından geçip, gidemezdim. Hangi çiçek olduğunu bilmiyorum ama güzel.....










Yorumsuz...



Rotada bu şekilde kenarı taşlarla belirtilmiş patikalar da var. Kim yapmış, ne zamandan kalma bilmiyorum...















İnişe devam. İlk gün yürüyüşümüzün  bitmesine çok az kaldı.Nihayet 19:30 da 7 km yürüyüş ile günü noktaladık. Aracımız bizi alıp, konaklayacağımız yer olan EĞİRDİR GÖLÜ, CAN ADA'ya doğru yola çıktık....









ARDIÇ fotoğrafını ilk günün sonuna özellikle sakladım. Ardıç çok çeşidi olan bir bitki. Çalı formu da var, ağaç formu da. Bu bitkinin tohumlarının yeşermesi için ARDIÇ KUŞU tarafından yenip, sindirim sisteminden geçmesi ve nihayetinde malum işi yapması gerekiyor. Toprağa insan eliyle dikmekle olmuyormuş. Herşey birbirine bağlı :-)








2.GÜN 29 NİSAN 2018
GENEL ROTA: Sütçüler'e bağlı Yeşildere civarından yürüyüşe başladık. Kanyonun suyunun çıktığı Mersinli bölgesi ve oradan çayın karşısına geçip, Çürük Merası ve tekrar Sütçüler. (Aslında yola çıkarken rota farklıydı ama değiştirmek zorunda kaldık çayın yoğun akışından dolayı). Yürüyüşe başlamadan önce Eğirdir merkeze uğrayıp, alış-veriş yaptık ve sonrasında ADADA ANTİK Kenti'ne uğrayıp, buradan Yeşilde'ye hareket ettik.
Rotaya 13:30 girdik ve 21:30 da yürüyüş bitti. Toplam 17 km yürüyüş.



CAN ADA'dan sabah görüntüsü. İlk geceyi Eğirdir Gölü, CAN ADA'da geçirdik. Az sonra Eğirdir merkeze alış-verişe gidip, oradan da ADADA Antik Kenti'ne gideceğiz. Sonrasında Yeşildere'ye ulaşıp, Yazılı Kanyon'a doğru yürüyüşe geçme planı vardı. Vardı diyorum, çünkü Mersinli'ye ulaşınca rotayı değiştirmek zorunda kaldık. Ama sonu harika oldu. Trekking turlarının kaderinde vardır. değişik sebeplerden dolayı rota değişikliği olağan işlerdendir. Hiç sorun değil.



Uzaktan bakıp, tırmansak mı dediğimiz CAN ADA karşısına denk gelen dağ. Uzaktan kolay gibi ama yanıltmasın sizi. Dağcılık için performansım zaten iyi değildir ve sırf zirve yapayım diye bir tutkum yok. Ama zirve tutkusu olanları çok iyi anlıyorum...










 EĞİRDİR GÖLÜ konaklamak, tatil yapmak için güzel bir lokasyon. Can Ada vakit geçirmek için iyi bir alternatif olabilir. 










Can Ada'dan bir görüntü daha....












Mevsim sabah saatlerinde yüzmek için pek uygun değildi ama gün içinde gülün plajlarında olunsa denemeye değer diye düşünüyorum. Fotoğrafı Selda çekip, paylaştı. Bu arada ben de ayaklarımı göle sokmakla meşguldüm.















Eğiridr Hızır Bey Camisi. Caminin dışarıdan da olsa fotoğrafını çekmek için alış-verişi hızlıca yaptım. Caminin taş yapısı çok güzel görünüyordu. 











Hızır Bey Camisinin avusu ve içi de güzelmiş. Fotoğraf çektiğimi gören sakinler başıma üşüştü, tabi meraktan. Onlar söylediler, camimiz güzeldir diye. Ama maalesef içine girmeye vaktim yoktu. Müftülükten bir ricam olacak; minarenin üzerine yapılan o metal çıkıntı pek fena görünüyor. Camiye yakışmıyor.




Eğirdir'den araçla ayrıldık ve Kovada Gölü'nün güney doğusunda yer alan ADADA ANTİK KENTİ'ne doğru yol alıyoruz. Yol üzerinde sazlık alanlardan geçtik. Bu bölgede köylüler bu sazlardan sepet örüyorlarmış.



ADADA Antik KENTİ alanı içindeki İmparatorlar Tapınağı. Tam bilinmemekle beraber kentin  M.Ö. 2 veya 1. yy da kurulmuş olduğu düşünülüyor. Aslında kentin yerleşim alanı çok geniş ancak, büyük kısmı hala toprak altında diye bir bilgiye denk geldim.








Zeus Megistos Serapis Tapınağı. Kente yüksekten bakıldığında alanı geniş olmasına rağmen ayakta kalmış fazla yapı göremiyorsunuz. Zamanında önemli bir yerleşim alanıymış. Ancak büyük kısmı hala toprak altında denmekte.









Antik Kentin Tiyatrosu. 1000 kişilik tiyatronun sadece seyirce oturma basamakları açığa çıkarılmış. Sahnesi ve orkestra bölümü halen toprak altında.










Antik kenti ziyaretten sonra Sütçüler İlçe merkezine araçla ulaştık. Saat 11:00 civarıydı ve önce çay içmek istedik. Merkezdeki Şehit Mehmet Özdemir Aile Çay Bahçesinde çay içtik. Çınar ağalarının altında çok güzel bir çay bahçesi burası, yolunuz düşerse, mutlaka uğrayın...









Çay bahçesindeki neşeli ufaklık ve mahallenin kedisi. Tüylerinin deseni çok enteresan bir hayvandı.















Gezilerde elimde kamerayı gören yöre sakinlerinden bazıları illaki fotoğraflarının çekilmesini istiyorlar. Kırmam elbet. Yemek için gireceğimiz lokantanın yanındaki dükkanın sahibi amca da "vay vay vay turist gelmiş, hiç bakmıyor" dedi. " Merhaba" dedim, hemen "çek bir fotoğraf bakalım" dedi. Gönlünü yaptım, girdim lokantaya.





Tas kebabı harikaydı.Patates ise odun fırınında pişirilmiş, yanık odun kokusunu içine almış, çok güzeldi. OSMANLI PİDE VE KEBAP SALONU, Sütçüler İlçe merkezinde. Fiyatları gayet makul. Aynı restoranta akşam dönüşte de uğradık ve lahmacun yedim. Hatta usta sağolsun, kendi lahmacunumu küreğe yerleştirip, fırına verdim. Pek kolay değilmiş... :-)





Tüm Ege bölgesinde olduğu gibi Isparta'ya bağlı Sütçüler'de de taştan evler var. 











Araçla Yeşildere Mahallesi'nde bir noktaya ulaşınca, inip son hazırlıklarımızı yaptık. Rota için son kontroller ve girişleri de yapınca yola düştük.











Tam başlangıç noktamızda, bizi merakla izleyen minik bir kızımız vardı. Ayrılana kadar bahçe kapısından bizi izledi. Bilmem aklında bizden bir anı kalmış mıdır güzel kızın.






St Paul yolu üzerinde pek çok antik şehir var. Bu kapı ve duvarlar belki bir eve aitti ve biz yürüyüşümüze evin içinden geçerek rotaya dahil olduk.








Güzergah üzerinde zaman zaman sık çalılık veya çalılığı andıran çok sık ağaçlık alanlardan geçiliyor. Bu gibi yerlerde ekiibin birbirini yakından takibi önemli, çünkü çalı içinde yön kaybetmek çok kolay.










Ekip devam. Bizi nelerin beklediğini henüz bilmiyoruz :-)













Önde kaldı arkadaşlar. Ben artçıyım ve fotoğraf derdindeyim. Geride kalıp da yetişemediğim bir vakam henüz yok....








Çok güzel meralardan ve otlak alanlardan geçiliyor bu rotada. Evet bu tip görseller Likya Yolu ve diğer tüm trekking rotalarında var ama Isparta, Burdur ve Antalya'nın kuzey bölgesinde çok sık karşılaşılan, coğrafi alanlar. Hele bir de zorlu bir yokuştan sonra karşınıza çıkınca, yürürken dinleniyor insan. 






St.Paul rotasında işaretleme yapılmış ama Likya Yolu kadar sık değil. Emeği geçenlere teşekkür ederim. Bir de sanki Trabzon Spor taraftarı olabilir mi acaba?










Hayli yol aştık. Ufak bir su ve atıştırmalık molası. Yemek daha sonra. Sütçüler'de yediğimiz yemekler çoktaaaaaaaan......










Bazı ağaçların üzerinde numaralar var. Ağacın kayıt altına alındığı anlamına mı geliyor bilmiyorum. Üzerindeki örümceğin ağı ise ayrı şaheser....











Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere rotanın ilk bölümü son derece rahat, hafif çıkış ve inişler var. Gayet keyifli. Hava da çok güzel.











Az sonra aşağıda gördüğümüz evin yanından geçeceğiz. Çok güzel bahçesi olan ev köyden hayli uzağa inşa edilmişti. Lavanta tarlası da hemen yanında.....










Binlerce  yıldır insanın temel gıdası olan ekin başağının yabani hali. Ne tohumunda oynama var, ne de garip gübrelerle büyümemiş. Öylece, yüzlerce yıl önceki formuyla bu alanlarda savrulmakta. Başağının içine baktım, minnacık ekin vardı.....





Birkaç fotoğraf öncesinde gördüğümüz evin önündeki lavanta tarlasına ulaştık. Henüz çiçeklenmemişlerdi. Evin bahçesinde çok güzel sarmaşık gül vardı. Ev sahibine seslendik ama ses veren olmadı. Bir iki gül topladık izinsiz...









Yola devam. Etrafta ne var yok inceleyerek, keyifle devam ediyoruz yürüyüşe.











Aslında yürüdüğümüz alan geniş bir plato. İçinde olunca anlaşılmıyor ama ara ara böyle vadi kenarına gelince yükseklerde olduğumuzu idrak ediyoruz.









Bölgede hayli mantar var. Gölgede keyif süren bir tanesi.....











Az önce bahsini ettiğim sarmaşık gül. Kokusu çok yoğun ve çok güzeldi. Rahatlama hissi veriyor.











Antik yolun döşenmiş taşları üzerinden yürüyüşe devam ediyoruz. Kim bilir kaç yıllardır insanlara eşlik ediyor bu taşlar...











Oya'dan bir grup özçekimi. Mola zamanı....













Fotoğraf pek anlamlı görünmüyor ama, sonraki iki kareye bakın lütfen.....











İşte kanyonun kaynağı olan Mersinli bölgesine ulaşmak için inişe geçtiğimiz nokta. Merdiven gibiydi ama yüksekliği hatırı sayılır basamaklar gibi düşünün.




   




İnişe devam. Bu kareden iniş parkurunun durumu daha net anlaşılıyor. Meryem'in çektiği karedir....















Yol üstündeki her bitkiyi, her çiçeği fotoğralamak istiyor insan....










Mersinli diye adlandırılıan bölgeye ulaştık. Burası çayın kaynağına çok yakın ve
gölet olmuş. Fotoğrafta görünen çaydan karşıya geçmek için birbirimize iple sabitlendik. Sığ alanda bile çayın debisi çok yüksekti ve uzun süre kalınsa ayakları uyuştururdu. Aslında uzun yürüyüşten sonra buzzzzz gibi suya ayaklarımızı sokmak çok iyi geldi. Karşı kıyıya geçince niyetimiz fotoğrafın sağ tarafına doğru, çayın kıyısından devamla kanyona yürümekti....



 Tam karşı kıyıya geçince bu yörede ikamet eden amatör balıkçılarla karşılaştık. Biraz sohbet edince, çayın kıyısından gitmememizi, ileride suyun debisinin ve yüksekliğinin çok arttığını, geri dönmek zorunda kalma ihtimalimizin yüksek olduğunu söylediler.  Bu durumda rotayı değiştirmekten başka çare yoktu. Ulaştığımız Mersinli Bölgesinden balıkçılarla beraber yukarı çıkıp, Çürük Merasına, oradan da Sütçüler'e ulaşma şeklinde yeni rota oluşturduk. Dolayısıyla kanyona doğru yürüme planı iptal oldu.




Çayın kaynağı az yukarıda. Tam görünmese de suyun debili fışkırdığını ve kayaları yıllar itibariyle nasıl oyduğunu görmek mümkün.











Amatör balıkçıların günlük kısmeti....








Balıkçılar Çürük Merası'na beraberce gitmeyi önerdiler ve çayın aktığı vadiden yukarı doğru tırmanış başladı. 6 günlük trekking rotasında 300 mt lik bu dik tırmanış dışında zorlandığım bölge olmadı. 300 mt demeyin, eğim dik olunca çok yavaş ve eğimi az hissetmek için S çizerek yürümek yürümek zorunda kalınca, kısacık yol uzun bir parkur olabiliyor. Olsun, işin doğasında var böyle şeyler......  Bu yamacı aşıp, Çürük Merası'na vardığımızda hava tamamen kararmıştı. Balıkçılar da meraya bıraktıkları araçlarına binip bizden ayrıldılar. Bu arada aracımızın sürücüsüne ulaşıp, bizi başka yerden alacağı bilgisini vermemiz ve aracın bizi bulana kadarki sürede kafa fenerlerimizi takıp,merada ilerlemeye başladık. Bir süre yürüyünce patika yola ulaştık ve aşağıya doğru yürüyüşe devam ederken aracın farlarını gördük. Aslında tırmanışın bitmesi ayrı bir sevinçti de, aracımızın farlarını görmek daha da coşku yarattı :=)).... 



O gün ilginç olaylar günüydü. Rota değişikliği ile başlayan olaylar, bizi Sütçüler'in yukarı kısmında bir düğün alanına taşıdı. Aracımız bizi Çürük Merasına açılan patikadan aldıktan sonra  Can ADA'ya doğru yola çıktık. Ama 10 dk sonra yol üzerinde Sütçüler'e gelmeden açık havada köy düğünü yapıldığını görünce, aracı durdurup, düğün alayına katıldık. İtiraf ediyorum çok oynadık. Yörenin türküleri eşliğinde...neler mi .."Gaydırıguppak Cemilem" den tutun da, " Ben varmam inekliye, yoğurdu sinekliye' ye kadar tüm Burdur türküleri çalındı, biz oynadık. Gençlere bayıldım, hepsi yörelerinin oyun figürlerini o kadar iyi biliyorlar ki ve o kadar neşeliler ki 😊.




Hanımların hepsi ama hepsi istisnasız pistteler, nazlanmak filan yok....












Gelin çok hoş bir hanımdı. O da musafirleri gibi hiç oturmadı. 











İstanbul'dan davetsiz misafirler var denince, öyle güzel ağarlandık ki....Gezinin en güzel anısıydı düğüne denk gelmemiz...








1 saatten fazla pistte oynayıp, vedalaşmak istedik. Gelin-damat aracın yanına bizimle beraber oynaya oynaya geldi, niyet vedalaşmak aslında. Gelin görün ki, tam o arada başka hareketli bir türkü başlıyor, tekrar piste dönülüyor. Bu ritüel 2-3 kere tekrarlanınca, gelin-damat bizim aracın önünde düğüne devam etmeye başladı. Düğün alayı da yavaş yavaş bizim araca doğru kaymaya başladı. Biz bir türlü vedalaşıp, ayrılamıyoruz. Artık olayı akışına bıraktık o saatten sonra......







Düğünden sonra Sütçüler merkezdeki OSMANLI Restorant'a gidip, lahmacunlarımızı yedikten ve CAN ADA'da otelimize dönüp, 2.günü de noktaladık.




3.GÜN 30 NİSAN 2018
GENEL ROTA: Eğirdir Gölü'nün batısında kalan Bağören Köyü ile Beydere Köyü arası yürüme rotamızdı. Sabahtan Roma Köprüsü ve Zindan Mağarası'na uğrayıp, sonrasında rotaya girdik.
Rotaya 12:45 girdik ve 18:30 da yürüyüş bitti. Toplam 12 km yürüyüş. 1210 metreden, 1500 metre rakıma çıktık.



ROMA KÖPRÜSÜ, halk arasında Aksu Deresi diye de adlandırılan Köprülü Kanyona'a ulaşan Köprü Çay üzerine inşa edilmiş ve çay üzerindeki OLUK ve BÜĞRÜM Köprüleri kadar önemli bir yapıdır. Antik yol üzerinde olması da önemini arttırmaktadır. Kesme taştan yapılmıştır.








ZİNDAN MAĞARASI girişi. Roma Köprüsü'nü geçince hemen karşısında mağara girişi. EURYMEDON yani Köprü Çay Tanrısına ait bir heykel mağaranın önündeki kutsal meydandan çıkarılmış ve şu an ISPARTA Müzesinde sergilenmektedir.














Mağaraya girmeden önce kas takmak gerekiyor. Mağara şans eseri ziyarete geçen hafta açılmış ve ilk ziyaret edenlerden olduk. Giriş ücreti 5,- TL diye hatırlıyorum.







Mağara gayet iyi ışıklandırılmış ve yürüme platformu yapılmış. 765 metre uzunluğunda ve yüzeye paralel bir oluşum. İnişli çıkışlı değil..








Mağara girişindeki tabelalarda bu yapının ne kadar zamanda oluştuğuna dair bilgi yoktu. Damlataş oluşumu. Binlerce yılda suyun içindeki maddelerin ufak ufak çökelmesi ile oluşmuştur diye düşünüyorum. Çok ilginç yapılar oluşmuş mağarada. 








Girişte bir kaç kareden sonra kameram için ışık yeterli değildi ve cep telefonu ile çekim yapmak zorunda kaldım. Aslında buraya tripotla girip, çekim yapmak lazım ama izin vermeme ihtimalleri yüksek.

















Mesela bu oluşum damlataş oluşumdan çok farklı. Akmataş ya da kenartaş oluşum şekillerinden bir tanesi.














Önce ziyaretçiler mi kırmış diye düşündüm ama değilmiş. Kendi kendine kopmalar oluşuyor dendi. (Ben nedense inanamadım ama...)














Her adımda ilginç oluşumlar var. O neye benziyor, bu neye benziyor diye fikir yürüte yürüte ilerliyoruz. 










Bu alan mağaranın sonu. Burada oldukça yüksek, kubbeyi andıran bir yapı oluşmuş. Yuvarlak ve yukarı doğru yükselen bir alan burası ve tam da adını bulmuşlar, "HAMAM" diye anılıyor mağaranın sonu. Yukarıdan şıpır şıpır damlalar düşüyor, avucumu açıp su biriktirdim ve içtim. Yüzünüzü havaya kaldırıp, damlaları hissetmek çok güzeldi. Arkada Mevlüt uhrevi dünyaya uçmuştu bile.. 😊






Mağaranın bazı bölümlerinde eğilerek yürümek gerekiyor ama insanı tedirgin edecek bir daralma yok. Klostrofobi benzeri sorunum olmasına rağmen gayet rahat girip, gezebildim mağarayı.













Bölgeyi ziyaret edeceksiniz, ZİNDAN MAĞARASI'na mutlaka uğrayın. Telaşsız şekilde, binlerce yıllık oluşumu detaylıca izleme keyifliydi açıkçası.








Mağara ziyaretinden sonra araca binip, BAĞÖREN KÖYÜ'ne ulaştık. Köyün çok hüzünlü bir hali var. Evlerin büyük bir kısmı maalesef terk edildiği için yıkılmış. Nüfus Müdürlüğü sitesinden baktım, 198 kişi yaşıyor köyde. Oysa konumu ve evlerin mimarisi o kadar güzelki.



Sağlam kalmış köy evlerinden bir tanesi.




Altı hayvanları koymak için, üst tarafı da kendi yaşama alanı için ayrılmış bir köy evi. Çok hüzünlü görünüyor. Tahmin ediyorum bu bölgede tarım yapmak mümkün.Biraz aşağılarda lavanta ve gül yetiştiriciliği yapılıyor. BAĞÖREN KÖYÜ'nün meralarının bir kısmını adım adım yürüdüğüm için biliyorum, hayvancılık da yapılabilir. Mutlaka köylü bir şeyler yapıyordur ama neden daha iyi ekonomik seviyeye ulaşamıyorlar bu güzel köylerimiz bilmiyorum. Bu köydeki yapılar onarılsa ve doğa turizmine açılsa mesela. Bilmiyorum, varlık da darlık mı yaşıyor bizim insanımız. niye böyle... 



Bugünkü rotamızın bir özelliği var. BAĞÖREN Köyünden Adil Çoban bize refakat  edecek. Adil Çobanı beklerken, çıkıp köyde fotoğraf çekmek için dolaştım biraz. Yukarıdaki kareleri çektim gezerken. Neyse, Adil Çoban gelince rotaya bu tepelik alandan giriş yaptık.    










Biraz yükseldikten sonra arkada Eğirdir Gölü ve Bağören Köyü'nün bir kısmı.









198 nüfuslu köyün yukarıdan görüntüsü. Aslında çok güzel, sıralı planda inşa edilmiş evler. Uzaktan bakınca harika bir görseli var. Ama köyün içine girip, detaya baktığınızda köy boşalmış ve evler yıkılmış. Ayakta kalan ya da içinde yaşanan evler ise çok bakımsız. Özendiğimiz memleketlerde olsa, bu evleri orjinaline göre tadil ettirip, NIŞH turizme açmak işten bile değil. Uzağa gitmeye gerek yok. Şirince ve Birgi gibi örnekler var elimizde.




Bu parkur oldukça rahattı. İlk tırmanıştan sonra uzunca bir süre düz bir meralık alanda yürüyüşümüze devam ettik.










Ara ara uzaklar kamerama böyle takıldı...











Dönüş işareti. Okun sivri ortasının gösterdiği yöne doğru GİDİLMEYECEK. Hangi yöne gideceksen, okun uçlarının işaret ettiği yöne dönülecek.









Fareli köyün kavalcısı Adil Çoban ve takipçileri. İleride kavaklık başlıyor.










1960 yılında yapılmış çeşme. Kimler kimler suyunu içti acaba?











Arkamızda kalan çeşme ve gölgeleyen ağaçlar. Su var, gölge var, güneş de var. Devam, devam...











Bu ardıçağacının gövdesi nasıl böyle buruk büyümüş anlamadım. Önce dış tarafını sarmaşık kapladığını düşündüm. Yakınına gidince anladım ki, kendi gövde yapısı öyle. Hiç böylesini görmemiştim. Sadece Olimpos'tan aşağıya inerken sandal ağaçlarının gövdesi böyle buruktu. Ama ardıçta ilk defa gördüm.













Buyurun efendim bir görsel şölen.











Fotoğrafın ham hali. O gün güneş ve bulutlar tam şölen havasındaydı. Şu an görünmüyor ama az sonra Eğirdir Gölü tam karşımıza çıkacak.









Ve Eğirdir Gölü göründü. Havanın mavisi göle o kadar net yansıyor ki, ya da gölün mavisi mi bulutlara yansıyordu..









Adil Çoban 2 sene önce bu çalılıklar yoktu diyor. Bir iki mevsim dönümünde bu alanı kaplamışlar diye bilgi verdi. Gerçekten makilik ve çalılık bölge hayli genişti ve sağından ya da solundan dönmeye imkan olmadığı için daldık arasına....  










Adil Çoban MEYRAN TEPE üzerinde. Sıcakta neden kazağını çıkartmadığını sorduk. Yaz kış sadece kazakla gezdiğini, çocukluktan beri vücut ısısını böyle gezmeye alıştırdığını söyledi. Yazın ne kazak çıkarıyor, kışın üzerine en de mont giyiyor. İnsan nasıl alışırsa. Hayatında hiç ilaç içmemiş...










Meyran Tepe üzerinden Eğirdir Gölü manzarası.....











Hemen sağ tarafta Eğirdir Gölü plajlarının bir kısmını görüyorsunuz. Eğirdir Gölü sakin bir tatil yapmak için ideal bir yer..








Meyran Tepe'den aşağıya inip, köylü arasındaki adı Bedri Köyü olan ama kayıtlarda BEYDERE KÖYÜ olarak geçen yere ulaşınca bugünkü parkuru da bitirmiş olacağız. 







İnsana ardışık şekilde denklanşöre basma isteği veriyor bu manzara. Meyran Tepe hayli uzun kaldık. ve manzarayı doya doya seyrettik. Bu tepe üzerinde demiştim ki "BEN BU ROTAYI TEKRAR AŞARIM ARKADAŞ"....Bir aksilik olmazsa yazıyı yayınladığım tarihten kısa bir süre sonra yani Nisan 2019 da tekrar gidiyor olacağım.






BEYDERE KÖYÜ'ne inişe geçtik ve ulaştıktan sonra aracımıza binip, bu defa yeni konaklayacağımız KÖPRÜ ÇAY kenarındaki SELGE PANSİYON'a doğru yola çıktık. Fotoğraf grubumuzdan Selda'ya ait.










4.GÜN 1 MAYIS 2018
GENEL ROTA: Çaltepe Köyü ve Tazı Kanyonu arası. Toplam 10 km yürüdüm. (7 km rotada,3 km Tazı Kanyonu gidiş-dönüş)
Rotaya 11:00 de girdik ve 14:30 da yürüyüşü Tazı Kanyonu yakınında kestik. Yürüyüşün 7. km sinde iki alternatif vardı; ya Tazı Kanyonu'ndan aşağıya doğru inerek yürüyüşe devam edecektik, ya da isteyenler bizi bekleyen araçla Tazı Kanyonu girişine gidecekti. Biraz halsiz hissettiğim için araçla kanyon girişine gidip, yukarıdan vadiyi seyretmeyi daha uygun buldum. Tazı Kanyonu'ndan aşağıya inmeyi tercih eden arkadaşların o günkü yürüyüşü ise toplamda 20 km oldu ve saat 19:00 civarı Tazı Kanyonu'nun üstünde buluştuk kendileriyle. 




ÇALTEPE KÖYÜ'nde Erdinç Pansiyon diye anılan, nette ise Barca Pansiyon olarak adına denk geldiğim yerden rotaya girdik. İlk 350 mt lik bölüm biraz dik sayılabilecek bir tırmanıştı.










Aracımızla ulaştığımız Çalptepe Köyü'nün sevimli sakini. Yukarıdaki fotoğrafta da var kendisi. Bir süreliğine annesi ile yürüyüşümüze eşlik etti. 















Tırmanışımızın bitmesine yakın, arkamızda kalan Çaltepe Köyü ve Köprü Çay'ın bir bölümü.










Bugünkü rotamızda ilk tırmanıştan sonra bir süre orman içi hafif inişli çıkışlı bir bölüme ulaştık. Keyifle devam ediyoruz....













Ağaç gövdesini oyup, çeşme yalağı yapmışlar. Su serindi..😊











İLBİZ MEVKİİ yakınında bir yerler....












İLBİZ MEVKİİ....










Fatma Teyze'nin evi. İlbiz Mevkii, GAZİLER KÖYÜ....










Fatma Teyzemiz. İkamet ettiği Gaziler Köyü'nde çınar ağacı altında mola verdiğimizde bizi görüp, yanımıza geldi...










Fatma Teyzenin torunları turizimde çalışıyormuş. Hepsi şehire göç etmiş. Köyün nüfusu 191 kişi görünüyor. Zaten anlaşılıyor, evlerin çoğu boş ve bazıları yıkılmış.














Mevsim bahar olunca güzergah üzerinde oğlaklara denk gelmek mümkün. Sevmek istediğinizi anlayınca, etrafınızda neşeyle dönüp duruyorlar. 








Bu paşa biraz sinirliydi, kovaladı bizi. Her an tos vuracakmış gibi tehditkar haller...










İlbiz Mevkiinde bir süre dinlendikten sonra yolumuza devam ettik...











Zeytin ağacı ile iç içe girmiş bir Gaziler Köyü evi. Köyden devamla bir süre daha yürüyünce Tazı Mevkii'ne ulaştık....









7.km de Tazı Mevkii'ne varınca iki alternatifimiz vardı diye yazmıştım ya; TAZI KANYONU'na yukarıdan bakmak için isteyenler araçla kanyon girişine gidecekti, isteyenler ise kanyondan aşağıya doğru yürüyüşe devam edecekti. Ben ve 2 arkadaşım daha araçla kanyon girişine gitmeye karar verdik. Ama tarifi hatalı aldığımız için kanyon girişini kaçırmışız, kendimizi Köprü Çay'ın kenarında bir yerleşim yerinde bulduk.Hazır gelmişken çay içip, kanyon girişine tekrar araçla devam ederiz diye plan yaptık. Bulunduğumuz çay bahçesinin yakından raftingçiler geçiyordu.


    

Oturduğumuz çay bahçesinin karşısında küçük  bir park vardı ve son derece bakımlıydı. Bu güller çok güzel kokuyordu.







Ama asıl bu pembe olanın kokusu her yere yayılıyordu. Sanırım bu Isparta gülü diye nam salan, parfümeri ve kozmetik kimya sektöründe kullanılan cins gül..










Bahar mevsimi bu coğrafyada gerçekten karnaval zamanı gibi....









Köprü Çay'ın kıyısındaki kafeden ayrılıp, araçla yukarı doğru devam ettik ve TAZI KANYONU'nun girişine ulaştık. Bu arada ekibin diğer yarısı Tazı Kanyonu'ndan aşağıya doğru yürüyüşe devam ediyordu. TAZI KANYONU GİRİŞ levhasından sonra, kanyonun ucuna ulaşmak için  1,5 km lik yürüdüğümüz yol....





Yukarıdan TAZI KANYONU.. Görseli çok etkileyici. Aşağıya yürüyerek rotaya devam eden arkadaşlar da sonradan bize katıldı ( araç onları da aşağıdan alıp, yukarıya yanımıza ulaştırdı) ve manzaranın tadını beraberce çıkarttık.















TAZI KANYONU, Köprü KAnyon Milli PArkı sınırları içinde.












Ebru dalmış hayallere...muhtemelen indiği rotaya yukarıdan bakıyor.... Fotoğrafı çektiğim alan plato gibi bir düzlüktü ve 3 genç burada çadır kurmaya çalışıyordu. Detay vermeyim ama, seçtikleri yerde konaklamada başlarına gelme ihtimali olan şeyler hakkında hayli şakalaştık...













Tazı Kanyonu girişine doğru dönüşteyiz....Giriş alanından kanyonun ucuna ulaşmak için 1,5 km civarı mesafe var. Yani 3 km yürümüş olunuyor....GİRİŞ diye işaretli yer, TAZI KANYONU'nun yukarıdan görülebilecek en iyi noktasına sizi götürüyor. Yani aşağısı da Tazı Kanyonu, öyle tek plato ve aşağıya inen duvarı gibi düşünmeyin...













Kanyonun girişi....dönüşte TAZI KANYONU GİRİŞİ tabelasına ulaştığımızda hafiften yağmur yağmaya başlamıştı, ama geldi geçti...












Geldik o kadar, bir pozum olsun dedim...Kanyondaki yüksek noktada gelinebilecek en uç nokta burası... Bu noktaya gelen herkes illa bu kayaya ayak basmıştır.....














Evet 4.günü de noktaladık ve Köprü Çay'ın hemen kenarında kalacağımız SELGE PANSİYON'a ulaştık. Pansiyonun çayın kenarındaki oturma bölümünde sohbet ederken, ay karşımızda kalan dağın arkasından yavaş yavaş görünmeye başladı. Ayın yükselmesini net bir şekilde izleyebildik. Cep telefonu ile çekildi bu kare....










  



5.GÜN 2 MAYIS 2018

GENEL ROTA: Rotaya Oluk Köy mezarlığı yanından girdik. Sırasıyla BAllıbucak Köyü, Derin Sarnıç Mahallesi, Kestanelik Köyü ve nihayet Çaltepe Köyü'nde yürüyüş bitti.
Yürüyüşe başlamadan önce sabahtan Köprülü Kanyon Milli Parkı Seyir Terasına ve ardından ALTINKAYA KÖYÜ'nde bulunan SELGE ANTİK KENTİ'i ziyarete gittik.
Rotaya 11:40 da girdik ve 19:30 da yürüyüş bitti. Toplam 17 km yürüyüş.




 KÖPRÜLÜ KANYON MİLLİ PARKI SEYİR TERASI'ndan çektiğim fotoğraf. Bugünkü yürüyüşümüzün film platosu gibi yerlerden geçerek yapılacağının habercisiydi bu kare.









Meraklısına. Yürüyüşte neredeyse hepsine denk geliniyor.






Ezberden yürüyüp gitmememk en güzeli. Bu nedenle orta hız tempolu, hatta bazı alanlarda yavaş tempolu yürüyüşü seviyorum terkkingde. Amaç bir mesafe kaydetmek değil sadece, adım attığın yerlerin de farkına varmak...






Seyir terasındaki tanıtım panoları...











Bölgenin diğer sakinleri...Bu tanıtım tabelalarından daha çok var seyir terasında. Gidip, göresiniz diye hepsini koymuyorum buraya....










KÖPRÜLÜ KANYON MİLLİ PARKI endemik canlılık açısından çok önemli ve içinde barındırdığı saf servi ormanının özellikleri nedeniyle "küresel ölçekte ender" kategorisine giriyor. Yani adım adım geçilen bu doğal rotalar gerçekten çok özel. 
Milli parkın içinde Tazı Kanyonu, Büyük Kanyon, Büğrümköprü Kanyonu ve Olukköprü Kanyonu gibi kanyonlar var. KÖPRÜLÜ KANYON, Köprü Çayın vadisinden oluşuyor aslında. Isparta, Sütçüler'den başlayan ve Antalya'da son bulan çay ise adını Büğrüm ve Oluk Köprülerinden alıyor. Çay iki ana kaynaktan besleniyor. Bu çayın 14 km lik kısmı ve 100 mt lik duvar yüksekliğine ulaşan bölümleriyle milli park sınırları içinde. 1973 yılında milli park ilan edilmiş ve Türkiye'nin en uzun kanyonlarından biri. St.PAUL ROTASI'nın 45 km lik kısmı Köprülü Kanyon Milli Parkı sınırları içinde kalıyor. 





Milli park seyir terasından sonra, ALTINKAYA KÖYÜ ile iç içe olan SELGE ANTİK KENTİ'ne hareket ediyoruz. Köye girişte çiçek açmış ağaçlar bizi karşılıyor.







 

ATINKAYA Köyü'nün filozofu. Konuşma şansım olmadı ama, öyle sessizce bizi izledi.
















Selge Antik Kent tarafından Altınkaya Köyü görünümü. Altınkaya Köy nüfusu 414 kişi.









SELGE ANTİK KENTİ bölgesine ilk yerleşimin M.Ö. 2000 lerde olduğu sanılmakta. M.S. 7.yy.da Spartalıların yerleşmesiyle bölgenin önemi artmaya başlamış. Zeytin yağı, şarap, tıbbi bitkiler ve kereste üretim ve ticareti şehrin ekonomik girdisini sağlamış. PSİDİA bölgesinde ilk para basılan yer SELGE olmuş.






Tam antik kentin inişinde. Yukarıdaki fotoğrafta da bu hanımı görebilirsiniz.










Antik kent 3 tepe üzerine kurulmuş ve Zeur Tapınağı, Odeon bu tepeler üzerinde bulunurken, tiyatro, sütunlu yol ve hamam bu tepelerin arasındaki vadilere inşa edilmiş. Şehir ise surlarla çevriliymiş.







Altınkaya'da köy evi. Fotoğrafın hemen sağında ise antik kent yapısının duvarı var. Kent ve köy iç içe. Köy evlerinin bir kısmı toprak altında ya da kısmen toprak altında olan antik kent yapılarının üzerine inşa edilmiş.Bu durum 1.derecede Arkeolojik Alan üzerinde kurulu olması nedeniyle Altınkaya köylüleri ile idari makamlar arasında sorun yaşanmasına neden olmaktaymış.






Yürüyüşe başlayacağımız OLUKLUKÖY'e yakın bir yerde son hazırlıkları yapmaya başladık. Ufaklık da ailesi ile piknik yapmaya gidecekmiş, onun hazırlığını yapıyorlardı.














5.gün yürüyüşümüz de başladı. Sakin tarla-mera alanı.










ADAM KAYALAR ya da ŞEYTAN KAYALAR olarak adlandırılan bölgeye giriş yaptık. İlk girdiğimizde bu kaya yapılarının ne kadar geniş alana yayıldığını anlayamıyorsunuz. Yaklaşık 2,5 saat civarı bu oluşumların bulunduğu bölgede yürüdük.





Fotoğraflarda bile ilginç olduğu anlaşılan bu kayalık yapıların arasında yürümek çok ilginçti.









Bazı alanlar dar geçitler şeklinde....











Henüz boyları nispeten kısa olan kayaların arasında yürüyoruz. Yönümüz BALLIBUCAK KÖYÜ. Kaya demek yanlış olur aslında, çimentonun içine kum ve deniz çakılını katıp, dondurmuşsun gibi.






Yorumsuz










.

Film platosu gibi. Hiç ekstra malzeme lazım değil, Jurassic Park filmini Speilberg burada rahatlıkla çekebilirmiş.











Yıllardır öylece orada durmuş. En ufak harekette devrilecek gibi ama, orada işte...










Yöre çobanı amcamızla ayak üstü sohbet ettik, şans diledi bize, vedalaştık...





Bugünkü rotamız iniş çıkışları yumuşak olan rotaydı. Ayrıca etraf o kadar ilginçti ki, yorulmak aklımıza bile gelmedi.


Ağaçlar ve sarmaşıklar kaya altlarından bitmiş ve yapısı yumuşak olduğu için, kayanın bir tarafından dışarı çıkıp, sarmış sarmalamış yapıyı. Bunun gibi çok fazla kayaya sarılmış bitki ve ağaç görmek mümkün....

















Fotoğrafımı çekin demiyorum ama ara sıra denk gelince güzel oluyor. Selda çekmiş... GEZGİN BOTLAR oralardaydı.....














Bu jeolojik yapıların oluşumu kil, kumtaşı, konglomera (kum+çakıltaşının basınç altında kalmasıyla oluşan sert sağlam yapı) ve kalker kayaçlarından teşekkülmüş. Bu tip yapıların oluşması için dere yatağı ya da denizlerin kıyılarına yakın alanlarda kum ve çakıl birbirine basınç ile bağlanıyormuş. Alanın bu jeolojik yapısının oluşması milyonlarca yıl almış elbette. Özellikle konglomera denen yapının çok sağlam olması nedeniyle antik çağlarda inşaatlarda kullanıldığını yazmış bir jeolog araştırmasında...






Hemen yukarıda fotoğrafta görünen yüksek kayalık alanın içine girdiğimizdeki görüntü böyleydi. Meryem arkadaşım çekti fotoğrafı.














Yürüdüğümüz alanın aslında JEOPARK ilan edilmesi ne güzel olurdu. Artçıolarak yürürken arkadaşlara dedim ki " ara ara bana 2018 yılında olduğumuzu hatırlatın, ben zaman mevhumunu kaybettim burada. Sanki milyonlarca yıl önceye ışınlanmış gibi hissediyorum kendimi"....





Hayat da bir yandan devam ediyor. Köy sakini bu oluşumların arasında bir alanda bahçesini taşla sınırlayıp, ceviz ağacı dikmiş. Burası BALLIBUCAK KÖYÜ sınırlarındaydı sanırım ve nüfusu 254 kişi. SANIRIM diye özellikle yazıyorum, çünkü karşılaştığımız köylülere köyün adını sorduğumda değişik cevaplar alma ihtimaliniz var. Mesela bu fotoğraftaki köye Derinsarnıç diyen de oldu, Ballıbucak diyen de oldu.





Buyurun bir Jurassic PArk film plato alanı daha..












Çakma G.O.R.A. filmi çekerken.....😊











Milyonlarca yıllık jeolojik oluşumla yan yana yaşayıp gidiyor insan. Sanıyorum bu köyün adı KESTANELİK Köyü idi. Gene SANIYORUM diye özellikle yazıyorum.Çünkü küçük alanlardaki yerleşimlerde köyün adı ile sınırlı alana verilen adlar hep birbirinin yerine kullanılabiliyor.






Herkes payına düşen alanda yaşam derdinde. Örümceğin ördüğü ağ, milyonlarca yıllık jeolojik oluşumlar kadar enteresan. O da binlerce yıllık genetik mirasını koymuş ortaya.....







Sol köşede GEZGİN BOTLAR... Bu jeolojik yapılanmayı 2019 yılında tekrar göreceğim için çok heyecanlıyım :). Fotoğraf Selda tarafından çekildi....













Köprülü Kanyon Milli Parkı içinde bulunan kanyon bölümünden bir görüntü....
















Rotamızın sonlarına doğru yaklaşıyoruz. ÇALTEPE Köyü (Köyün adı kesin bu) göründü. Bu köyde en az diğerleri kadar güzeldi. Aşağıda köyden paylaşımlar yapacağım... 








Düz, hafif kaygan bir kayalık alandan köye doğru inişe başladık.....










Köye yaklaşınca anne-kız ile biraz sohbet ettik. Küçük kız çok mahçuptu. Noldu diye sorduğumda, pijaması ile dışarı çıktı ama fotoğrafa yakalanınca utandı dedi annesi. O her haliyle güzel bir bebek, bahtı açık olsun.... 






ÇALTEPE KÖYÜnün sokakları. Köy gerçekten güzel. Ama maalesef evlerin büyük kısmı boş ve dolayısıyla bakımsız.











Alt bölüm hayvanların barınağının kapısı ve sanırım üst taraftaki kapı ise malzeme deposunun kapısı. Mesela saman balyalarının ya da hasat edilen ürünlerin konulduğu 2.kat alanı. Traktör römorku ile ya da at arabası ile yanaşınca buraya kapıdan malzemeyi vermek mümkün oluyor....











Detayda bakınca taştan yapılan evlerin çok güzel olduğunu fark ediyorsunuz. Ama bu güzel yapılar neredeyse boş. Köyün nüfusu 373 kişi. Terk edilmiş evler aslında hali sağlam ve köyün yeri tam Köprü Çay'ın yayılım yaparak aktığı alanın hemen kıyısında. Tüm trekking rotalarının dibinde. Buralar doğa turizmine açılabilir. Tabi bunu söylerken nasıl bir turizmi kasdettiğimi de yazayım; aslına uygun restore edilmiş evlerin konuklara açılması ve ASLA AMA ASLA başka yapıya müsaade edilmememesi.  Ne kadar bu işe hevesli mevcut köy evi varsa o sayı ile sınırlı restore edilmiş konsept köy evleri...




Köprülü Çay'da bir yerlerdeyim... Aşağıda çayın ana kaynağı dışında, akış yatağında beslendiği kaynakları görebilirisiniz.  Evladiyelik botlarım hala geziyor....  5.günde 17 km ile yürüyüşü noktalayıp, pansiyonumuza dönerken verdiğimiz molada çektim bu fotoğrafı. Güzergah Selge Pansiyon..








6.GÜN 3 MAYIS 2018

Bugün son günümüz ve yürüyüş yapmayacağız. Sadece çevrede aktivitelere katılma planı yaptık. Valizlerimizi araca yükledik ve günlük aktivitelerden sonra akşam uçağı ile arkadaşlarım İstanbul'a döndü. Asuman ve ben LİKYA YOLU'nda yürümek için Fethiye'ye geçtik...



Önce Köprü Çay kıyısına yürüyerek indik. Kaldığımız Selge Pansiyon'a araç ile yakın bir bölgede bulunan Tevfik Amca'nın Yeri diye adlandırılan yarı taş, yarı ahşap evlerin yanından yürüyerek geçtik. İçlerinde şömine bile vardı. Hemen altında Köprülü Çay akıyor. 







Kıyısına doğru indiğimiz Köprü Çay...











Poz vermedim... O an GEZGİN BOTLAR olarak yarın Fethiye OVACIK'tan başlayacak olan LİKYA Yolu'nun rotasını havada çizmeye çalışıyordum. Ovacık başlangıç, Faralya bitiş... Meryem "fotoğrafını çektim, ne düşünüyordun" dedi, "Likya Ovacık etabının rotasını havaya çiziyordum" dedim, gülüştük. Bu nedenle hatırlıyorum karenin detayını. ♥.







Çayın kenarında biraz yürüyüşten sonra aracımıza dönüp, hemen hemen hergün aracımızla üzerinden geçtiğimiz OLUK KÖPRÜ'den geçip, yanında araçtan indik. ZODYAK turu için basamaklardan aşağıya inerek, çayın kıyısındaki botumuza ulaştık. Bot ile gezinin ücreti 35,- TL idi.





Zodyak bota binmeyi beklerken çektiğim kare. OLUK KÖPRÜ. Bunun gibi birkaç tane daha köprü var. BÜĞRÜM KÖPRÜ ve KÖPRÜPAZAR KÖPRÜSÜ gibi. Bu köprüler nedeniyle çayın adı ve kanyonun adı KÖPRÜLÜ olarak geçiyor.






Bottan çekildi. OLUK KÖPRÜ üzerinde Koreli turistler. Nereden mi biliyorum Koreli olduklarını? Köprü yakınında araçtan indiğimizde, onların aracı da yanımızdaydı ve etrafta dolaşıyorlardı. Birkaçıyla sohbet ettim. Tabi ki memleketimize bayılmışlardı. Ben de grubumuzla neler yaptığımızı anlattım. Rotayı görmek istediler. Cep telefonundan haritayı açıp, güzergahı anlattım. Kendi dillerine has nidalarıyla beğenilerini ilettiler 😊♥..Aslında yurt dışından gelecek turist gruplara bu rotaları anlatsak, mesela ülkelerinin bilindik fenomen gezi bloggerlarını davet edip, rotaları yürütüp, yazmalarını sağlasak. Neyse hayallere dalma günümdeyim. .... Biz bota binerken mihmandarları hepsini köprü üstüne çağırıyordu. Onlar yukarıdan fotoğraf çekerken, ben de onları bottan çekme şansını yakaladım...



Son 3 gündür üzerinden geçtiğimiz OLUK KÖPRÜ'nün tam altından botla geçerken. Uzunluğu 22 metre, eni 2,70 metre, yüksekliği 35 metre (değerleri Karayolları tabelasından aldım). Roma zamanında inşa edilmiş. Grubumuzu taşıyan araç orta boy bir minibüstü ve her geçişte şoförümüzü alkışlıyorduk. Çünkü büyük araçla manevra çok zahmetli....
  


Önce akıntının ters yönüne doğru, yani Oluk Köprü'ye doğru gittik botla. İlk anlar....










Çaya doğru köklerini uzatmış olan ağaçlar, kanyonun kayalık yapısıyla öyle bütünleşmiş ki, sanki ta kanyonun oluşumundan beri bu yana hep oradaymış gibi..... 















Botun önü yukarıya havalandığı andı. Ben arkada hala fotoğraf derdindeyim...











Çayı besleyen ana kaynağının dışında, çayın kendi güzergahında da sağlı sollu kaynaklar var. Geçerken bir tanesinden avucuma alıp su içtim. Lezzetli, yanıma şişemi almış olsaydım, doldurmak isterdim....




Havuz oluşturmuş bir yan kaynak daha. Çayın yukarısına doğru botla bir süre gittikten sonra, bir yerde bottan indik. Daracık bir alan tabi. Sırayla yukarı 3-4 metre tırmanınca bu havuz olmuş alana ulaştık. Ama kanyonda tabi ki hala çok aşağılardayız. Bu havuz olmuş alanda isteyenler suya girdi. Tecrübe ile sabit, su hayli soğuk ve kaynak o kadar kuvvetli ki, kaynağın geldiği yöne ilerliyorsunuz, debisi sizi geri itekliyor. 3-4 kişinin rahatlıkla içine girebileceği bir havuzdu burası. Suda arkadaşların fotoğrafalrını çektim ama, paylaşmayı uygun görmedim..



Bu fotoğraf, hemen yukarıdaki havuz alanı olan fotoğrafla ilişkili. Kaynaktan gelen su önce bulunduğu alanı oyup, havuz şekline dönüştürmüş ve sonra da aşağıya doğru şelale gibi akıyor... Neşeli bir deneyimdi....







Karşıda gördüğünüz alana kadar botla gitme şansınız var. Ama biz o kadar ileri gitmedik. Çünkü başka aktiviteler için zaman daralıyordu...








Bot gezisinin ardından çayda rafting yapmak üzere, bindiğimiz zodyak ile biraz daha aşağıdaki alana ulaştık. Rafting başlangıcı için çay üzerinde bir kaç nokta var. Hepsi de birbirinden güzel aslında. Kıyıya ulaşınca zodyaktan inip, rafting için gerekli olan malzemelerimizi aldık. (kask, yelek, ayakkabı, illa cep telefonu ile fotoğraf çekeceğim derseniz telefon kılıfı vb.). Rafting fiyatı 50,- TL idi.



Eveeeet işte bizim ekip. Asuman araç kaptanımıza bizi botta iken çekmesi için cep telefonunu vermişti. Kaptanımız sağolsun, bizi çayda takip edip, böyle bir karemizi yakalamış. 








Bot ile bir yere kadar gidip, sahile çıktık. Rafting henüz bitmedi ama bu alan ZIPLINE yapmak için ayarlanmış ve isteyenler çayı bir yakadan öteki yakaya zipline ile geçebilir. ZIPLINE iki yakaya gerilmiş tel üzerinde hareket eden makaralı bir düzenek. Kullanıcının salıncak gibi otucağı bir ip sistemi var. Tele sabitleniyorsunuz ve makara ile bir yakadan diğerine, tel üzerinde kayıyorsunuz. Çok keyifliydi. Kayarken bağırıp, çağırmak serbest. Çayda yüzen insanlara yukarıdan bakıyorsunuz. Onlar size el sallıyor, siz onlara el sallıyorsunuz. Fiyatı 40,- TL idi.

Tekrar botumuza binip, bir süre daha rafting yaptık ve kıyıya çıktık. Üzerimizi değiştirip, aracımıza bindik. Antalya Havalimanı'na ulaşıp, arkadaşları uğurlayarak, Asuman ve ben LİKYA YOLU turu için Fethiye'ye doğru yola çıktık. 

Özetle, ST PAUL ROTASI 6 gün uyanıkken tatlı rüyalar görmemi sağladı.

Sevgiyle kalın.

GEZGİN BOTLAR
Mürüvet Gündüz




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder