LİKYA YOLU GENEL BİLGİ



LİKYA YOLU GENEL BİLGİ

Gezi tarihi:
14-17 Nisan 2018 (3.Etap,  Bel-Gavurağılı-Patara-Gökçeören-Çukurbağ-  Kaş-Limanağzı-Boğazcık-Kalkan-Delik Kemer-Gelemiş)

5- 8   Mayıs 2018 (1.Etap, Fethiye-Ovacık-Faralya-Kabak Koyu-Yediburunlar-Alınca-Patara-Sarıbelen-Gökçeören)

10-13  Mayıs 2018 (2.Etap, Boğazcık, Kale Üçağız- Simena-Gelidonya Feneri-Adrasan-Musa Dağı-Olimpos-Yanartaş-Göynük Kanyonu)

GENEL BİLGİ

Eskilerin bir lafı vardır “gökyüzünde samanyolu, yeryüzünde İpek Yolu” diye, ilk gün yürüyüşü bitirip de Patara Plajına ulaşınca dedim ki “gökyüzünde samanyolu, Anadolu’da Likya Yolu”.  Likya Yolunun çok ama çok güzel olduğunu geçenlerden ve tecrübelerini bloglarında paylaşanlardan zaten biliyordum da, o anı yaşıyor olmanın çok daha düşsel olduğunu oraya ayak basıp da ilk adımı atınca anladım.
Likya yolu çok uzun zamandır geçmeyi planladığım rotalar arasında yer alıyordu. 2018 yılına 1-2-3.Etaplarını planıma alıp, yürüyüşümde bu rotada tecrübesi iyi olan bir lider ile yürümeyi tercih ettim ve başka rotalarda da beraber olduğum Düş Patikası’ndan Asuman Bilgiç ile planımı yaptım. Likya yolunu aşmanın birkaç yöntemi var aslında. Etapları günlük parçalara bölerek belli bir noktadan başlayıp, belli noktada bitirip, otele transfer olmak. Ya da çadır konaklamalı tercihte bulunup, her gün plan doğrultusunda yürüyüşü yapıp, gece çadırı kurup, konaklamayı burada yapmak. Tercihimi otel konaklamalı olarak kullandım 😊. Biliyorum ki, çadır konaklamalı parkurlar bazı gezginler için çok daha heyecanlı,  ama akşamları azıcık da güzergah üstü yerleşim yerlerinin keyfine varmayı seviyorum galiba. Ne bileyim, güneşi batırırken tüm katılımcılarla şöyle denize nazır bir restorant ya da kafede keyif yapmaktan da vazgeçemiyorum. Aynı anda birkaç yerde olacak şekilde evrimleşeceğimiz günlere gelsek; hem çadırdasın, hem de Kaş’da  deniz sefasında…..Olur mu olur….. 😉
Ansiklopedik bilgi vermek gerekirse; Likya Yolu ana sayfasından baktığımızda 540 Km olan tüm rotanın  31 paftaya bölünmüş olduğunu görüyoruz.  Başka bir resmi siteye göre ise tüm rota 29 günlük yürüyüşe göre ayarlanıp, işaretlenmiş. Ama her yürüyüşçü harita kullanarak ve daha önce tecrübe edenlerden bilgi alarak kendi ufak rotalarını oluşturma şansına sahip. Teke Yarımadası’nda bulunan yol, Antalya-Fethiye arasını kapsamakta. Teke Yarımadası’nın tarihteki adı ise LİKYA ve  rotanın iki farklı görselini aşağıda görebilirsiniz. Bu bölge antik zamanlarda Karya, Akdeniz ve Pamfilya ile komşu. 
İnternet üzerinden arattığımda aslında pek çok etaba bölmek mümkün tüm parkuru. Belirttiğim gibi, her gezgin ön çalışma ile ana etaplara uyumlu olarak kendi rotasını oluşturuyor.






Haritada mavi ile işaretlendiği üzere rota Ölüdeniz yakınından başlıyor ve Antalya’da sona eriyor. Ya da siz nereden başlarsanız sizin rotanız oradan başlamış oluyor, sıralı gideceğim diye bir şey yok. İşten güçten fırsat buldukça her nokta sizin başlangıç noktanız. Likya Yolu, dünya literatürüne girmiş en iyi parkurlar listesinde yer alıyor ve Türkiye’deki en uzun yürüyüş parkuru. Bu parkuru yürümek için jandarmadan izin almaya ya da bildirim yapmaya da gerek yok, çünkü yerli yabancı çok ziyaret alan bir parkur.
Bilgi edinmek için bu yolun detaylandırılıp, haritasının çıkarılması ve yolların işaretlenmesi konusunda öncülük etmiş amatör tarihçi Kate Clow tarafından hazırlanmış LİKYA YOLU kitabını temin etmeniz de mümkün. Kitaptaki harita yardımıyla rotayı takip etme şansınız da var.
Likya bölgesi pek çok antik kente ev sahipliği yapmış. M.Ö. 1.y.y. da ise aralarında Antiphellos, Apelia, Apollonia, Belos, Gagae,  İdyros, Letoon, Limyra, Myra, Olympos, Patara (başkent), Phaselis, Phellos, Pyndai, Sdyma, Simena, Sura, Theimussa, Xanthos gibi 23 kentten oluşan Likya Birliği'ni kurmuşlar.. Perslerin istilasından kurtulmak için Büyük İskender ile uzlaşmaya varmaları ise, bu halkların Yunan kültürüne adapte olmaları ile sonuçlanmış. Aslında Likya Yolu bölgede bulunan kentler zamanında hem kültür aktarımı hem de ticaretin işlerlik kazandığı yol. Bu yollarda katırlar ve develerle  mal taşınmış zamanında ve seyyahlar kentlerarası kültür elçiliği yapmış. (seyyahlara bu görevi ben yakıştırdım 😊 ). Yol güzergahında pek çok antik kent kalıntısını görmeniz mümkün. Likya Yolu bölgesi M.Ö. 2.yy. da Likya Birliğinin kurulması ile beraber, bir meclis binasına da sahip olmuş ve demokrasinin adımları da bu topraklarda o zaman atılmış. Likya Yolu da kültürel, sosyal, ticari ve yönetsel gelişmeyi destekleyici bir rol oynamış Likya Birliği içinde. Hemen oracıkta internete bağlanarak antik kent hakkında bilgi almanız mümkün ama, tercih ettiğim üzere bir ön çalışma yaparak, azcık bilgi edinerek gitmek rotaları daha anlamlı kılıyor. Bölgeyi gezdikten sonra kardeşimin tavsiyesi ile okuduğum (kendisi sessiz gezgindir, gittiği heryerin detaylı hakkını verir. Onun gezi anılarını da ayrıca derleyip, toplamak istiyorum. Ondan öğreniyorum seyyahlığı..) kitaptan da bahsetmeden edemeyeceğim. ANADOLU, E.J. Davis. (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006, Çev. Funda Yılmaz). İngiliz asıllı seyyah, Mısır'da rahiplik yaparken, fırsatını bulup İzmir'den başlayan Ege bölgesi yolculuğunu anlatıyor. Gezi yılı 1872...Yani benden 146 yıl önce gelmiş St.Paul ve Likya Yollarına. Kitabından bir pasajı paylaşmak isterim, hem de naçizane anmış olurum kendisini; “BU ÇOK HOŞ çobanıl topraklarda insanın aklına sürekli olarak mitolojinin ve klasik ozanların pasajları geliyordu. Burada su ve orman perileri ile yarı insan yarı keçi ilahlardan oluşan veya Arkadia Tanrısı'nın birdenbire ortaya çıkması veya Amazon savaşçıları ile avcılar tanrıçasının ormanlık alanlarda av peşinde sıçrayarak koşması çok doğal bir şeymiş gibi geliyordu”. 
Rota için çok kolay ya da zor demek mümkün değil. Kimi alanlarda bir miktar dik çıkışlar ve inişler ile karşılaşıyorsunuz. Hatta bazı bölgelerde ip ile tırmanış veya geçişi kullanmanız gerekebiliyor (muş, ben bir kere basit iple çekme faslına denk geldim, o da tedbiren yapılan bir şeydi ve çok eğlenceliydi). Bunun yanı sıra  nefes nefese kaldıktan sonra son derece düz, papatyalarla, değişik çiçek, bitki ve yemyeşil otlarla kaplı düzlük alanlara ulaşıveriyorsunuz.  Doğa harika, derin derin nefes aldığınızda bir sakinlik çöküyor insana. Geçtiğim tüm etaplardan çok fazla fotoğraf paylaşacağım. Ağır kamerayı elimde taşımanın acısı çıksın biraz. Diğer yazımda detayını yazacağım 3.Etap denizden içeride kalan kara kısmındaki dağ eteklerinden geçiyor. 1. ve 2. Etaplarda ise denizi daha fazla görebiliyorsunuz, hatta bazı yerlerde denize girme şansınız bile var. ÖZETLE; eğer ciddi bir sağlık sorununuz yoksa, yürümeye kıyısından köşesinden aşinaysanız, Likya Yolları sizi bekler. Yoruldunuz mu, ağır ağır geçeceksin o yolları prensibine sarılın.... Merak etmeyin, ekip sizin hızınıza seve seve ayak uydurur. 

Genel bilgilenme olması için birkaç görsel paylaşıp, yazıma devam etmek isterim…


Kırmızı-beyaz çizgiler rotada hangi yönü takip edeceğinizi gösterme amaçlı oluşturulmuş. Bu çizgileri kollayarak yürümeniz gerekiyor yoksa rota dışına çıkma riskiniz var. Eğer yürüyüşünüz sırasında bir süre bu işareti göremezseniz, etrafta aramaya başlayın ki, hatalı bir yöne sapmış olmayasınız. Bu işaretin bir de L (ya da duruma göre >, < gibi)  gibi olanı var (niye fotosunu çekmediysem, diğer etaplarda çekerim artık),  o da sağa sola dön anlamına geliyor. 



Bu çarpı işareti ise girilmemesi gereken yönü haber vermek için. Yürüyüş sırasında bazen patika ikiye ayrılabiliyor. Çarpı işareti girilmemesi gereken yön anlamına geliyor.






Bu işareti gördüğünüzde, geldiğiniz yön nere ise, oradan 90 derece dönerek, yürüyüşe devam edeceksiniz demek oluyor. Sakın ki ok işareti gibi düşünüp, üçgenin burun yönüne devam edeceğim diye düşünmeyin.





Önce Fenerbehçeli geçmiş, sonra Galatasaraylı geçmiş..... Aslında işaretlemeler kırmızı-beyaz ile yapılıyor ama, böyle mücadelelere de denk geliniyor işte. Tatlı rekabet :) 
Likya Yolu gezginlerinin kendilerinden sonra gelecek olan yürüyüşçüler için  bıraktıkları işaret taşları. Ya hemen altında ya da çok yakınında kırmızı beyaz işareti göreceksiniz. Arayın bu civarda bulursunuz rota çizgisini demek. İlk 4 günde şaka yapan olmuş mudur diye sormadan edemedim ama, işin şaka kaldırır tarafı olmadığını bilecek kadar sevdalı kişiler geçiyor bu yollardan. Ama gene de uyanık olmak lazım. 





Likya Yolu sevdalılarından birinin diğer uyarı taşları. 😊












Ölüdeniz'i ayakta kaldığı sürece seyretme şansına sahip şanslı babalardan biri......

Yaklaşık 540 Km lik yolun pek çok kısmında bu işaret levhalarını görebilirisiniz. Çalıştığım ama artık bağlantımın kalmadığı kurumun yaptığı en iyi sponsorluk işlerinden birisidir Likya Yolunun işaretlenmesi işi. 





Niye diye sormadan edemiyorum, neden zarar verirsin ki?  Oluyor işte…. 







Buyurunuz diğer bir levha….Emeği geçenlere teşekkürler….







Bazı levhalar bir şekil düşmüş, ya da insanoğlunun mahareti. Bu işareti koymak için bilgisini esirgemeyen, emek ve para harcamaktan imtina etmeyen  iyi insanlar da var, ama böyle çıkarıp, yere atan da var. 





Bu levhayı gördükten kısa bir süre sonra Kaş’da denize giriyordum. Etabın en anlamlı levhası oldu benim için 😊







Ovacık Likya Yolu'nun başlangıç noktası kabul ediliyor. Tabi bu nokta neye göre, kime göre başlangıç diye sormadan edemiyorum. Birisi kalkıp, Antalya'dan başlasa, ona göre de başlangıç orası olacak. Gezgin Botlara göre Likya Yolu başlangıcı ise her sabah kahvaltı ettiği yer ;), Nasrettin Hoca'ya selam olsun ;) .... 1.Etap yazımda Fethiye civarı rotalardan bahsedeceğim.... 








Biraz da karşılaştığımız diğer gezginlerden bahsetmek isterim; Sidyma Antik Kentine ulaştığımızda 3 yabancı turist yeşillikte oturmuş dinleniyordu. Kalkıp İskoçya’dan düşmüşler yollara, kendi rotalarını oluşturmuşlar, usul usul, keyfine vara vara Likya’yı keşfediyorlar. Yıllarca niye bekledim, bu etapları çoktan katetmeliydim diye kendi kendime söylendim İskoçyalılarla konuşunca. Neyse, 3.Etabın 4.gününde  Patara’ya ulaşacağız heyecanıyla yokuş aşağı yürürken gencecik Alman sevgililere rastladık. Neredeyse saat 14:30 e yaklaşıyordu, hedef bizim geldiğimiz parkur. Şans diledik, vedalaştık. Neyse aynı gün etabı bitirmeye yakın çalıların arasından çıktık ki tek başına bir turist tam karşımızda. Sanırım 70-75 yaş civarında Hollandalı bir bey. Almış eline cep telefonunu, Likya rotasını takip ediyor. İlerisi çalılık diye uyardık, suyun var mı dedik, yolcu ettik. 4 günlük etapta Asuman’ın konuştuğu ama benim çalılar yüzünden göremediğim bir Türk hanımın sesini duydum sadece, o da belki yabancı turist gezdiriyordu, görmedim.  3.Etapta bizim 15 kişilik ekiple gurur duydum, çünkü bizden gayrı Türk gezgin yoktu rotada. 1 ve 2. Etaplarda da gezginlere denk geldik, diğer yazılarımda bahsedeceğim yeri geldikçe, ama daha yoğun olmasını bekliyordum açıkçası. Millet nerelerden kalkmış gelmiş, gez gez geziyor, sevgili memleketimin gezginleri şu Likya Yolunu öksüz bırakmayalım 😉

NAÇİZANE GÖZLEMLERİM, TAVSİYELERİM VE KATILMASAM, GÖRMESEM DE ÖĞRENDİKLERİM

1-Likya Yolu etaplarını aşmak için tercih edilecek en iyi aylar Nisan-Mayıs ve Haziran ilk yarısı ile Eylül ikinci yarısı ile Ekim ve belki de Kasım ilk yarısı. Haziran ortasından Eylül ortasına kadar bu bölge çok sıcak olduğu için yürüyüş çok zorlayıcı olabilir. 14-18 Nisan arasında hava oldukça sıcaktı hatta 4.gün 28 dereceye ulaştı sıcaklık.
2-Sabah kahvaltısını kaldığımız yerde yaparak yola çıktık hep. Ama tabi ki öğlen yemeği için gidebileceğiniz bir yer olmuyor haliyle. Dolayısıyla yanınıza kumanya almak zorundasınız. Günlük yaşantımda 2 öğün yemek alışkanlığım olmasına rağmen, en az 8-10 hatta bazı günler 20 km civarı inişli çıkışlı, efor gerektiren yürüyüş yapacağımı bildiğim için öğlen saatini yemek yemeden atlatmanın akıllıca olmayacağını biliyordum. Bu gibi durumlarda tüketeceğim gıda kuruyemiş ve temin edebilirsem ayva. Özellikle fındık, kaju, badem ve kuru meyve çok doyurucu oluyor benim için. Bir dolu avuç, yani yaklaşık günlük 100 gr kuruyemiş bana yeterli oluyor. Gruptan arkadaşlar ise kurutulmuş et, ekmek, hazır dilimlenmiş kaşar, fındık veya fıstık ezmesi, sulanmayacak cins peynir, salatalık, taze meyve (elma, armut, ayva vb.) de tercih ettiler. Ezilmeyecek şekilde taşıyabilecekseniz domates, çilek de pek güzel olabiliyor. Yola çıkmadan önce market raflarını şöyle bir kolaçan edip, gıda listesine başka ürünler de ekleyebilirsiniz. Bir de termosta sıcak su çok makbul çay ve kahve için. Tabi çantasında taşımaya razı olana.
3-SU, olmazsa olmaz mesele. Yürüyüş yolunda karşımıza çeşme çıkıyor ama ya denk gelmezseniz. Nasılsa çeşme bulurum dememek lazım. Bir de gruptaki arkadaşlardan biri önceki turda pınardan içtiği su nedeniyle sindirim sorunu yaşamış, hep olacak diye bir şey yok ama olmuş işte. Günlük 3 litre su tavsiye ediliyor. Şahsen 1,5 litre bana yürüyüş sırasında yetti ama kahvaltıdan itibaren etaba başlayana kadarki zaman aralığında  1 litre su tüketerek yürüyüşe başladım hep. Gene de tedbiren 2 adet 1,5 lt lik petlerden aldım yanıma. Çünkü gezilerde tek değiliz ve grup arkadaşlarının da ihtiyacı olabilir diye düşünmek gerekiyor.  Bundan sonraki etaplar için ise yeni aldığım sırt çantasının su torbası bölmesi var. Camel bag (deve hörgücü demiş imalatçı) denen torba sırt çantasının arka gözüne konuyor ve ağırlığı her yöne eşit dağıtmış oluyorsunuz. 3.etabı geçerken pet su şişesini sırt çantamın içinde ya da yan gözünde taşıdım ama dengeyi çok bozduğu için yürüyüşü zorlaştırıyor. Hatta şişe yarıya inince dengeyi sağlamak için hep elimde taşıdım. Sağ elde fotoğraf makinası, sol elde pet şişe, eh anlayın halimi. Bir de SU İÇME TEKNİĞİ için naçizane önerim; suyu sık aralıklarla ağzınızı ve yutak borunuzu ıslatacak kadar, azar azar için. Mola verdiğiniz de ise daha fazla su tüketebilirsiniz. Azar azar içince ağız ve yutak borunuzda kuruma hissetmediğiniz için, nefesinizi daha iyi ayarlayabiliyorsunuz ve daha konforlu oluyor yürüyüş.  
4-Sırt çantası nasıl olmalı derseniz, basit her yerde bulabileceğiniz  rucksack denen küçük çanta işinizi görür aslında. Ama benim 3.Etapta kullandığım sırt çantası direk sırtıma değdiği için çok fazla terlememe sebep oldu ve yürüyüşte ya t-shirt değiştirdim ya da sırtıma tülbent koymak zorunda kaldım. Çanta sırtta dururken sorun olmuyor ama, dinlenmek için çıkarttığınızda sırt çok fazla terlediği için rüzgara maruz kalıp kaskatı kesiliyor ve ağrı olabiliyor. Yürüyüşte en istenmeyen şey ise kas ağrılarının oluşması. Kaslarımız bize efor için lazım, ağrıdıkları için varlıklarını hissetmek çok sevimsiz.  Sırt kısmında mesafe bırakan sırt çantalarını kullanmak çok daha konforlu.Eğer trekkinge gönül verdiniz ve devamlılık sağlayacaksa yürüyüşleriniz, eldeki terleten çanta ile idare etmeyip, bu tip bir çanta almakta fayda var. Tabi bu işler bütçe meselesi, tercih meselesi. Almışken camelback uyumlu çanta almakta fayda var. Su kesesi çantanın iç duvarına asılıyor ve hortumla suyunuzu tüketebiliyorsunuz. Çok konforlu ve pet şişe gibi çantanın ağırlık dengesini bozmuyor. Şu yan gözden pet şişeyi versene filan diye hiç derdiniz olmuyor.    
5-Giyim kuşam tavsiyelerim ise; doğa yürüyüşlerinde kesinlikle pantolon tercih ediyorum. Özellikle kargo tipi, bol cepli pantolonlar çok konforlu oluyor. Bazı arkadaşlar şort ve tayt tercih edebiliyorlar ve son derece konforlu hissediyorlar kendilerini. Ama ben bacaklarım açıkta olunca çalı çırpıya çizdirme riskinden çekiniyorum. Tayt giyince de teni sardığı için gene çalı çırpı rahatsız ediyor. Bu yürüyüşte pantolon giymeme rağmen her iki bacağımda da çorabın bittiği yerde 2 parmak kalınlığında bölge içeri giren tozdan ve polenlerden dolayı şerit şeklinde kıpkırmızı oldu ve 1 haftada anca normale döndü. Bir iki kere kortizonlu krem sürmek zorunda kaldım. Üzerime yarım kollu t-shirt giydim. T-shirt olarak çabuk kuruyan malzemeden imal edilmiş olanları tercih etmekte fayda var. 
6-Çantanıza mutlaka yedek t-shirt, çorap, mümkünse pantolon ve ayakkabı almanızı öneririm. Akıl veriyorum ama,  yedek ayakkabı  yük etmesin diye 3.Etapta 2. Gün yanıma almadım ve cezasını da çektim. En son şıkta anlatacağım başıma geleni. Tur aralarında ya da sonlarında denize girildiği için terlik, mayo, hafif bir havlu mutlaka alın yanınıza. Arkadaşlarınız denizin keyfini çıkarırken, öylece bakakalmak çok sevimsiz bir his. Hiç başıma gelsin istemem 😊 Ayrıca yağmurluk da ihtiyaç listesinde.
7-Aksesuarlardan şapka, güneş gözlüğü, buff vb. önemli. Şahsen güneş gözlüğü kullanamıyorum (fotoğraf makinasına gözü dayamak sorun oluyor çünkü). Şapkaya ise zor alıştım. Ama kullanmaya alışkın olanların bu tip gezilerde mutlaka yanlarına alması gerekli malzemeler bunlar. Boynumda mutlaka pamuklu tülbent ya da bandana taşıyorum. Pamuklu, ince tülbent özellikle çok işe yarıyor. Boynu güneşten koruyor, terliyorsun sırta destek oluyor, güneş keskinse başa bağlayabiliyorsunuz. Bandana da seviyorum ama biraz küçük kalıyor. Tülbenti mola sırasında yere ya da çalılara yaydığınızda çok çabuk kuruyor. 
8-Merakınız varsa fotoğraf makinanızı mutlaka alın derim. Cep telefonu da iş görüyor mu, elbette görüyor. Yürüyüş sırasında gruptan ayrı kalmamak zorunda oldunuz için öyle makine ile kadraj hesabı yapayım, şu ışığı da şurdan ayarlayım diye bir zaman yok. Esntantane öncelikli programda, artık güneşin durumuna göre ayar yapıp, elimden gelen iyi kareleri yakalamaya çalıştım ama tabi öyle aman aman sanatsal işler çıkmıyor haberiniz olsun. Şunu isterdim, sadece fotoğraf çekmek için parkurları yürüyeyim. Neyse başka gezilere denk gelirim belki bir fotoğraf+Likya turuna. Ancak o ağır makinayı da taşımak ayrı efor gerektiriyor. Fakat kesinlikle merakınız varsa alın makinanızı yanınıza, en olmadı, çantanızda taşırsınız ama öyle anlar oluyor ki, keşke  makinam yanımda olsaydı dememek lazım. Kişisel olarak tecrübem; makinamı almadığım her gezide pişman olmadığım bir an bile olmuyor, bu nedenle razıyım taşımaya 😊
9-İlaçlarınız, güneş kremi, ağrı kesici, sinek kovucu vb. Doğada yürüyüş yaparken lütfen parfüm sürmeyin. Bunu güvenlik için söylüyorum, arı ya da kokuya gelen başka böceklerin avı olma riskiniz var.
10-YÜRÜYÜŞ BATONU, kullanılması tavsiye edilen ekipmalardan biri aslında. Yürüyüş esnasında ağırlığın bölünmesi sağlayıp, diz kapaklarına binen yükü azaltıyor. Özellikle tırmanışlarda batondan destek almak çok işe yarıyor. Doğa yürüyüşü sırasında ellerim boş olsun istiyorum diyenler için biraz taşıması zorlayıcı olabiliyor. Bir de çantanızda batonları taşımak için sabitleme düzeni yoksa devamlı elinizde batonlarla kalıyorsunuz. Ben de kullanmıyorum ama, diz sağlığı için kullanmasına alışmak lazım diye düşünüyorum. Bir çift edineceğim. 
11-Tüm Ege kıyılarında olduğu gibi Likya yolu yürüyüşü sırasında da ara ara cep telefonu Yunanistan kapsama alanına geçiyor. Farketmeden görüşme yapar ya da internete girerseniz faturanızın yüksek gelme ihtimali var. Dolayısıyla telefonu  uluslararası dolaşımı kapatmakta fayda var.  
12-AYAKKABI SORUNSALI…..EN MÜHİM EKİPMAN…….. Bloğuma adını veren 25 yıllık botlarımın kıymetini bu yürüyüşte iyice anladım diye başlamak istiyorum ayakkabı tavsiyelerime. Turun ilk günü benim evladiyelik botlarımı giydim. Ancak tabi artık yaşlandıklarından çemberi açılma yaptı. Ben de diğer günler adı C ile başlayan ve dünya para verdiğim diğer ayakkabılarımı giyeyim diye plan yaptım. Yapmaz olaydım. Ayakkabılar janjanlı ama gelin görün ki, hayal ettiğim şekliyle dağ-tepe yürüyüşüne hiç uygun olmadığını anlamakta gecikmedim. Botlarımı da ağırlık etmesin diye yanıma almadığım için değişim şansım olmadı ve 18 km yürüyüş yaptım uygunsuz ayakkabılarla. İlk sorun altları yeterince sert olmadığı için tabandaki taş vb. hissederek konforsuz bir yürüyüş oldu. Etabın sonları yer yer hayli eğimli olan yokuş aşağı yürüyüş başlayınca asıl başparmaklarım pat pat ayakkabının önüne vurmaya başladı. Artık sonlara doğru çantadan terlikleri mi çıkarsam demeye başladım. Yürüyüş  bitti ama benim parmaklar zonk zonk atmaya başladı. Akşam ise özellikle sol tırnağımın düşeceğini bile zannettim. Etabın 3. Gününü ise iptal ettim bu sorun yüzünden. İyiki de iptal etmişim. Yazımı hazırlarken turun üstünden 1 hafta geçmiş durumda ve sol baş parmağımın tırnağı morardı. Ağrı yok, tırnağın görüntüsünde sorun yok ama tırnak altı mor renge büründü. Aslında rahatsız olmaya başladığım an, ayakkabının iç  tabanlarını çıkarıp, öyle devam etseydim yürüyüşe belki de bir şey olmayacaktı ama olan oldu artık. Özetle doğa yürüyüşü için çok para verdim diye güvenip, her ayakkabıyı giymeyin. Yıllardır doğa yürüyüşü yaparım, ilk defa botlarımı giymedim, bu geldi başıma.  Hazır yeri gelmişken; BOT SEÇERKEN DİKKAT EDİLECEKLER; ayağınıza denemek için giydiğinizde, arkadan işaret parmağını botun içine rahatlıkla sokabilmeniz lazım, yani yaklaşık 1 ya da 1,5 numara ayağınızdan büyük bot almanız gerekiyor. Tabanının zemindeki taş, kaya vb hissettirmeyecek kadar kalın ve sert ama, ayağınıza da parmaklarınızı kırabilmenizi sağlayacak kadar azcık esneklik verme yeteneği olması lazım. Parmaklarınızın ayakkabının ucuna değmemesi gerekiyor.  Ama ayak bot içinde öyle fazla dans eder pozisyonda da olmamalı. Nefes alabilen malzeme tercih edilirse elbette ayaklar konforlu olur. Botun konç yüksekliği, sizin konforunuza kalmış.Gene de yüksek koncun bilekleri burkulmalardan koruduğunu bilmek lazım. Mağazada botu uzunca bir süre deneyin. Şöyle giyip, mağazada hızlıca yürüyün, hatta koşun. Komik görünseniz de dert etmeyin, bot dediğiniz şey eğer benim gibiyseniz 25 senede bir değiştiriliyor. Benim 25 yıllık gezginlerin koruma çemberini çıkarttırdım, boyattım, lostra ustam dedi ki “10 yıl daha giyersin”. Ama artık onları daha fazla üzmek istemediğim için, yanına bir çift yardımcı bot aldım.     
     
 Yürüdüğüm etaplar ile ilgili yazılarımı diğer başlıklardan takip edebilirsiniz.

Seven bir arkadaşımın da dediği gibi “güzel şeyler”

Sevgiyle kalın

Mürüvet Gündüz




















2 yorum:

  1. Harika bir anlatım ve harika bilgiler...
    Umarım bir gün bende bu anlatımlatın fiili tadına varırım...
    Teşekkürler ������

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Burcu, gel 2019 da yapalım. Hatta Poyraz'da gelsin, olmaz mı? Ne güzel olur. Sevgilerimle

      Sil