LİKYA YOLU 3.ETAP


LİKYA YOLU 3.ETAP 

Gezi tarihi:
14-17 Nisan 2018 (3.Etap,  Bel-Gavurağılı-Patara-Gökçeören-Çukurbağ-  Kaş-Limanağzı-Boğazcık-Kalkan-Delik Kemer-Gelemiş)

4 güne bölünmüş rotaya ait çok fazla görsel paylaşacağım. Fotoğraf makinası taşıyacağım diye batonsuz yürüyorum, Risk alıyorum aslında, ama anı dondurmak çok güzel.

GENEL BİLGİ
Teke Yarımadası’ndaki Likya Yolu rotasına ulaşmak için seçtiğiniz parkura göre; havayolu ile gelecekseniz Dalaman ya da Antalya Havalimanı, karayolu ile gelecekseniz gene Antalya, Fethiye, Kaş ve diğer başlangıç noktalarına ulaşmanız gerekiyor. Çadırda konaklayacaksanız sorun yok ama, otel konaklamalı tercihte bulunduysanız ve tur şirketi kanalıyla katılımcı değilseniz önceden kalacak yerinizi ayarlamış olmak en iyi yöntem. Akşam üstü kalacağınız merkeze ulaştığınızda ki geç saate de kalabilirsiniz, otel/pansiyon aramak sıkıntı yaratabilir. Ama yok arkadaş, ben bulurum kalacak yer diyorsanız, ne çıkarsa bahtınıza artık….  
Likya yolu için tercihim Düş Patikası ile buraya gelmek oldu. Asuman Bilgiç ki Türkiye’de bilinmeyen rotaları çıkartma konusunda tecrübesi vardır, ekip liderimizdi. Asuman’ı başka doğa yürüşlerinden de tanıyorum. 
Dalaman Havalimanı’nda buluşarak tura başladık. Ekip 15 kişiydi. Katılımcıların hepsi de bu işe gönül vermiş ve daha önce Likya Yolun’da tecrübesi olan arkadaşlardı. Ben sessizce tecrübelerini dinledim yol boyu. Neyse, başlasındı artık şu Anadolu’nun samanyolundaki maceramız. Hani dedim ya genel bilgilendirme yazımda İpek Yolu, samanyolunun dünyadaki yansımasıysa, Likya Yolu da samanyolunun Anadolu topraklarındaki yansıması.
3.Etapta izlediğimiz güzergah Patara ile Kaş arasında kalan bölgenin iç kısımlarındaydı. Yani bu rotada yürürken deniz görseli nispeten az. Yarımadanın iç taraflarından rotayı takip ediyorsunuz. Bahar ayına denk geldiğimiz için doğa harikaydı. Çiçeği, otu, böceği, kaplumbağası, kurbağası ne ararsanız vardı. Yürüyüş sırasında zaman zaman yükseklerden denizi de görmedik değil. Hemen hemen hergün parkurun yüksek ve açıklık bölgelerinden arkama ve etrafıma baktığımda hissettiğim şuydu; hani arkası dağlık bir coğrafyada deniz kenarında, şezlongda bir şeyler içip, keyif çatarken “şu dağların eteklerinde yol gibi görünen patikalara tırmanılır mı acaba, kolay olur mu ki, keşke orada olup da burayı kuş bakışı seyredebilsem” , ama imkansız görünür bir yandan da. İşte o imkansız görünen şeyi yapıyorsunuz Likya Yolunu yürürken. Ve sürpriiiiiiz, tırmanışın sonu gene deniz, gene şezlong, gene bir şeyler yudumlamak.

Yazmadan geçmek istemiyorum, su ve yiyecek konusunu genel yazımda ele aldım ama; yanınıza mutlaka yiyecek alın ve gün içinde tüketeceğiniz suyu planlayıp, yeterli miktarda su mutlaka alın yanınıza. Rotada nasılsa su kaynağı vardır, boşalan şişemi oradan doldururum diye güvenmeyin. Çok az kaynağa denk gelebilirisniz ve denk geldiğiniz kaynak ise kirli olabilir. Bu ihtimali asla aklınızdan çıkartmayın.


1.GÜN
Dalaman-Bel-Gavurağılı-Patara
İlk gün havalimanında buluşup, Fethiye’ye gittik. Kahvaltıdan sonra, marketten alış-verişimizi yaptık. Öğlen için kumanya, kişi başı ortalama 3 lt günlük su ve diğer ihtiyaçlar giderildi. Araçla gidilecek bölgeleri 4 gün boyunca hep aynı kaptan ve araçla kat edeceğimiz için, diğer günler için aldığımız sularımızı ve kullanmak istemediğimiz malzemelerimizi araçta bıraktık. 2 saat sonra parkur başlangıcına ulaştık ve sırt çantamızda bulunmasını istediğimiz malzemelerimizi yanımıza alarak, yürüyüşümüz için araçtan ayrıldık.
Genel bir ekipman kontrolünden sonra yürüyüşe Boğaziçi Köyü’nden başladık. Parkurumuzun genel rotası Bel-Belköy-Patara plajının haritada en batısı olan Özlen Deresi’nde bitti. Güzergahı fotoğraflarla anlatmak isterim. Ama genel rotada uğradığımız yerler, açıkçası aklımda kaldığı kadarıyla ;Boğaziçi köyü-Bel'e doğru devam-Sidyma Antik Kenti-Aşar Köyü-Sidyma (Dodurga bölgesi)-Sakızlı Köyü-Gelemiş Köyü-Gavurağılı ve en son araçla Patara kumsalı Karadere Bölgesi’nde Özlen Deresi yanında denize giriş.
İlk gün 11,3 km yürüyüş yaptık. 320 rakımdan 708 rakıma kadar çıktık. Saat 12:00 de başlayan yürüyüş 16:30 civarında sonlandı. Toplamda 3 saat yürüyüş, 1,5 saat ise dinlenme ve yemek molası verdik.  İlk gün çok erken uyanıp, uçak yolculuğu yapmış olduğum için biraz yorucu geçti. Genel yorgunluktan dolayı ilk gün tırmanışlar pek bir dik geldi zaman zaman 😊
İlk gün etabı yorgun olmamıza rağmen çok zorlamadı. Sadece etabın başlarındaki tırmanışlar biraz yordu, dengeli yürüyüşle üstesinden gelinmeyecek yorgunluk yoktur yürüyüş sırasında. Soluklanmak için durunca çok fazla beklemeden tekrar yürüyüşe geçmek gerekiyor. Ara uzun olunca kaslar soğuyor, daha zor adapte olunuyor yürüyüşe. Bir de su tüketimi önemli. Suyu azar azar içip, ağız ve yutak borusunu nemli tutmak gerekiyor, böyle yapınca nefesi daha iyi ayarlama şansınız oluyor. Hatta ben suyu ağzıma alıp, çalkalayıp, azar azar yutuyorum. Her babayiğidin bir yoğurt yiyişi olsa gerek, herkes bir teknik buluyor kendine zaman içinde.
Özlen Deresi’nin denize kavuştuğu Patara Plajı’nda denize girdikten sonra, çok ilginç bir yere gittik. Patara Plajı Kum Tepeleri diye adlandırılan bölgeye. Birinci güne ait fotoğraflar içinde bu tepelere ait fotoğrafları göreceksiniz. Bölgenin hikayesini de fotoğraflara bakarken okuyabilirsiniz. Patara Plajı’na ait ufak bilgi paylaşımını gene fotoğrafların yanlarındaki açıklamalardan takip edebilirsiniz.

KONAKLAMA PATARA’DA
İlk gün Patara’da otelde kaldık. Patara çok sevimli bir yerleşim yeri. Bahçelerde limon, portakal ağaçları, evlerin önünde teneke saksılarda çeşit çeşit çiçekler. Konaklamak için camping, pansiyon ve otel seçenekleri mevcut. Nisan ayında oldukça sakindi. Yaz dönemi ise müdavimleri ve Patara’nın dünyaca ünlü kumsal plajını görmeye gelenlerle dolup taşan bir yer. İlk olarak bu sevimli yerleşim yerinin birkaç fotoğrafını paylaşmak isterim.



Önü çiçeklendirilmiş, biz şehirliler için bakınca “ayyyy  ne güzel taş ev” dedirttiren bir Patara evi….






Patara ağaçlık, yeşillik bir yer. Sabah etrafı kolaçan etmek için geziye çıktığımda salyangozların geceyi bu bitki üzerinde geçirdiğini farkettim. Etrafındaki başka hiçbir bitkinin yaprağına değil , ille de bu hurma olduğunu düşündüğüm bitkiyi yer edinmişler kendilerine.







Limon ağacından 1 tane göz hakkı aldım ve İstanbul’a gelince ilk salatıma bu limonla sos yaptım. Şimdinin mandalina aromalı limonlarından değil, bildiğiniz limon ekşisi ve aromasıydı.





Patara merkezinde şirin bir camping ve bungalow konaklama alanı.








Patara merkezde kaldığımız otel. Otel son derece güzeldi. Gönül rahatlığı ile tavsiye ederim. Olur da kalmayı düşünürseniz, otel ortağı Arif Bey.







İhtiyaç olur diye dolmuş saatlerini paylaşayım istedim. Liste Nisan 2018 tarihlidir. 













1.GÜN YÜRÜYÜŞÜNE AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM
(Görseller sanırım daha açıklayıcı olacaktır Likya Yolu’nu anlatmak için)



Etapta deklanşöre ilk bastığım an. Kareme takılan ise şirin bir papatya…








1.gün yürüyüşe başladığımız Boğaziçi Köyü….










Gayet dinamikken, tam da başlamışken gruptan bir kare.Bir arkadaş eksik, işaretli kaya peşindedir çünkü. Bir de gezgin botlar yok, çünkü kamera arkasında….







Likya Yolu sakini….










Aşağıdaki yerleşim yerine selam olsun, yola devam…








Yöre sakini….








Fotoğrafa bakıp, çalılık demeyin. Detayda çok değişik bitkiler ve çiçekler görüyorsunuz….








Bu çiçek/bitki hep ilgimi çekmiştir…..SÜTLEĞEN....










Buna benzer pek çok tarihi kalıntı var güzergah üstünde……








Sydima Antik Kenti. 











Sydima Antik Kenti.










Her yerde papatyalar, her yerde ama…..








Artık kullanılmıyor ama , kim bilir ne anılar barındırıyor….








Göz hakkı, yol üzerinde çok fazla denk geldiğimiz badem ağaçları…










Artık kullanılmıyor ama, gerçekten çok güzel mimamrisi var bu taş evlerin. Onarılsa, buralar doğa turizmine merak salanlar için  konaklama noktaları olarak kullanılsa ne güzel olur 😊. Hayal bu ya, olur mu olur….








Güzergah üzerinde bazı yerlerde kovanlara denk geleceksiniz. Bahar mevsimi üreme dönemi olduğu için, yanlarından geçerken fazla gürültü yapmamak gerekiyor. Gürültüyü tehdit olarak algılayıp, sıkıntı yaratabilirler. Şiiiiiiit…..
Tekrara girecek ama, yürüyüşte üzerinize parfüm, kokulu şeyler sürmeyin, arı ve böceklere hedef tahtası yaparsınız kendinizi…








Fatma Pansiyon...göremedik ama reklamı var......











Zaman zaman araç yolundan da yürünüyor, itiraf ediyorum ki bir çeşit soluklanma sağlıyor….










Papatyalar….











Güzergahtan bir kare, Bel ile Sydima arası bir yerler….









Sakızlı Köyü’nün şirin kızı…







Sakızlı Köyü delikanlısı Muharrem Türk dedemiz. Grup çayın demlenmesini beklemeden gidecek diye hayıflandı durdu. Sohbet ediyorduk ki, hanımı çay hazır deyince fırlayıp, bana çay ikram etmek için öyle bir koşturması vardı ki anlatmam mümkün değil. Çayını içmeden köyden ayrılsaydık, gerçekten çok üzülecekti. “Gelin” dedi, “2 ay kalın, 3 ay kalın, misafirim olun ”. Evlatları şehirde çalışıyormuş, pek çok hikaye paylaştı. Gitmemizi hiç ama hiç istemedi…











Muharrem dede ile çayın demlenmesini beklerken sohbetteyiz. Az önce geçtiğimiz köyden bu köye evlenip gelmiş. Hanım köylü oldun yani dedim, attı bir kahkaha.....






Bel’e doğru yürürken çiçekler…….










Arkada görünen griliğin bir kısmı deniz aslında. Ama güneşten dolayı kareye net yansıtamadım…







Hedef aşağıdaki köy, Belceğiz’e doğru giderken…








Likya yolunun sakinleri….








Orkide ailesinden bir çiçek…..








Yollar yollar….









Güzergah üzerindeki pek çok köyde keçi yetiştiriciliği yapılıyor. Buranın doğasına uygun hayvan, beslenmek için en akıl almaz yerlere tırmanıyor bu çelebi….








Belceğiz bölgesinden bir yerler….


Patara Plajına ulaşmazdan az evvel. Hollandalı bir gezgine denk geldik.Rotasını cep telefonuna yüklemiş, 70'li yaş üstü olmanın keyfini çıkarıyordu. Gezgin ile konuştuğum için fotoğrafını çekmek kısmet olmadı. Aynur Karabaş'a ait bir kare.....



Patara Plajı, Özlen Deresi, Karadere bölgesi. Karadere Türkiye’de kırmızı biberin en çok üretildiği yermiş. Hani şu kapya dediğimiz etli, uzun kırmızı biber, közde şahane olur, çiğ de lezzetlidir çünkü hafiften şekerlidir…



Patara Plajı batı bölümü. Patara plajını özel yapan birkaç şey ve genel bilgi
1-18 km lik uzunluğu ile ülkemizin en uzun plajı. Derinliğin ise en dar 280 metre, en geniş 1500metre.   
2-Plajı asıl özel kılan caretta caretta ların yumurta bıraktığı bölge olması. Bu nedenle “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş.
3-Kumu çok ince ve elinize aldığınızda çok güzel heykel yapılabileceğini hemen anlıyorsunuz, çimento gibi tutunuyor zerreler birbirine.  
4-Güneşin en güzel ( romantik mi desek acaba) battığı yerlerden biri.Gördüm, test ettim, fotoğrafladım.
5-Rüzgarı bol.
6-Deniz çok ama çok sığ. Neredeyse yüzmek imkansız, bunun için hayli açılmak gerekiyor.
7-Bu defa gittiğimde dalga fazla değildi ama genelde çok dalgalı bir denizi var.
8-Özden Deresi tarafında konaklama imkanı var.


Patara Plajı, Karadere, Özden Deresi tarafında konaklama yapabileceğiniz bungalow evler var. Ayrıca çadır kurmak için de camping hizmeti veriliyor. İşletmenin adı Patara Green Park.



Patara Kum Tepeleri. Güneşi burada batırdık, Mutlaka güneşin batışını burada izleyin. Atmosferde çok ilginç renk dalgalanmaları gözlemleniyor. Güneşin battığı hatta oluşturduğu çizgisel renk harelenmeleri çok ama çok güzel görünüyor. (kare ters ışık çalışmasıdır)



Ters ışık çalışması ile Patara Kum Tepeleri gün batımı….









Güneş ancak bu kadar güzel batırılır….










Kum tepesinden aşağıdaki alana bakıldığında sanki gaz bulutu varmış hissine kapılıyorsunuz. Görsellik çok etkileyici gerçekten…






Bir diğer ters ışık çalışması….









Patara Kum Tepelerinde çöl efekti verilebildiği için, senaryosunda çöl görüntüsü olan filmlerin çekimi için bu civarda film seti kuruluyormuş. Bu da bizim film kastı…








Şu gördüğünüz ekip, bu kareden sonra kumlardan aşağıya doğru yuvarladı kendini. Video çekenimiz oldu. Yuvarlanan mı eğlendi, çeken mi bilmiyorum artık. Ekibin aklında ise “Seferoğulları ile Tellioğullları” vardı. 




Patara Kum Tepelerinin ziyaretçileri….








Bu ufaklık ise maskotu oldu ziyaretçilerin. Kumda hop hop hopluyordu, nasıl neşeli nasıl anlatamam….








Patara Kum Tepeleri’nde Gezgin Botlar ben…..Fotoğrafı İbrahim Köseliören çekmiş, sağolsun...
















2.GÜN
Kalkan-Kaş arası iç tarafta kalan dağlık rota Gökçeören-Çukurbağ
Kalkan'ın kuzeyindeki Gökçeören'e araçla ulaşıp, buradan Çukurbağ'a doğru yürüyüşe başladık. Rota çok güzeldi ve gene fotoğraflı anlatıma aşağıda yer vereceğim. Gökçeören Vadisi, Hacıoğlan Deresi, Dereköy Vadisi, Phellos Orman Kulesi üzerinden yürüyüş yapıldı. Yürüyüşümüz sırasında Susuz Dağını seyrede seyrede etabı geçtik. Çukurbağ Köyü'ne ulaşınca aracımız bizi alıp, Kaş merkeze götürdü. 2.gün KAŞ'ın merkezinde konakladık. Bugün yürüyüş rotası çok güzeldi ve oldukça kolay bir rotaydı. Ancak yaptığım bir hata başparmaklarımın morarmasına neden oldu. Ayakkabı seçiminin ne kadar önemli olduğunu bilirim de, nahoş bir tecrübe ile bunu teyit etmek de çok can sıkıcı oldu. İlk gün yürüyüşte benim 25 yıllık botların çemberi açıldı. 2.gün de çember iyice açılmasın, tamir edilebilir halde kalsın diye düşünüp, yedek ayakkabımı giydim. Yedek çiftim şehir içi yürüyüşte iyi ayakkabı gibi görünmesine rağmen, 2.gün rotanın inişli bölümünde korkunç şekilde ayak başparmaklarına baskı yapmaya başladı. Yıllardır yürürüm, hiç başıma gelmeyen şey oldu işte ve inişte parmaklarım biliyordum ki morararcaklardı. Tüm ağrı acıma rağmen rota gene de çok güzeldi.
2.gün 10:15 de başlayan yürüyüşümüz, 16:30 civarı sonlandı. 18 km yürüyüş sırasında 500 mt rakımdan 1000 mt rakıma kadar çıkıp, inişe geçtik. 5 saat yürüyüş ve uzun mola dahil 1,5 saat mola verdik bu gün. Sıcaklık bu mevsim için yüksekti ama çok da rahatsız olmadık.


2.GÜN YÜRÜYÜŞÜNE AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM



2.gün yürüyüşe başladık, herşey hazır.....patika yol bizi çağırıyor.....

Yol üzerindeki dere. Bölgede su kaynağı var, ama gene de karşımıza nasılsa çeşme, kaynak çıkar diye düşünüp, suyunuzu yeterince almadan yollara çıkmayın.










Yürüyüş sırasında yükseklik ve toprağın durumuna bağlı olarak çam, zeytin, meşe, ardıç ve diğer pek çok ağacın oluşturduğu çok güzel ormanlık alanlardan geçiliyor. Koku muhteşem. Şehirde yaşarken, memleketin bu bölgesinde içinde kaybolacağınız bu kadar güzel doğanın var olduğuna inanamıyor insan. Gelin görün ki yazımı hazırlarken camdan İstanbul manzarası can sıkıcı...









Çok nazlı, çok güzel çiçekler var rota üzerinde. Hepsi de seyir için vakit ayır bana diyor. Güzel bir ANEMON....
 
Bu da ilginç bir çiçek, sonraki Likya yürüyüşlerime gitmeden önce buraların bitki örtüsü hakkında kitap almayı planlıyorum. Çiçeklerin adını bilseydim keşke dememek için....







Likya yolu güzergahında ve St. Paul güzergahında çok sık rastlanan bir çiçek. E.J.Davis de 1872 yılı gezi anılarını anlattığı Anadolu kitabında bu bitkinin çokluğundan bahsetmiş... Çiçeğin adı KARAĞAN....







Yeşilimsi sarı çiçeği olan ilginç bir bitki bu da, yakından baktığınızda minicik, iç içe geçmiş garip bir çiçek yapısı var. Adı SÜTLEĞEN. Bitki zehirli ve usta ellerde müshil olarak kullanılıyormuş. Yazdım diye denemeye kalkmayın, benden söylemesi. Zehirli olduğu için hayvanlar yanına bile yanaşmıyor...




Bu güzelin de adını bilmiyorum.... 

Bölgede çok değişik bitkiler, ağaçlar mevcut. Bunların bir kısmı bölgenin endemik varlıkları. Yürürken etrafa dikkatle baktığınızda değişik gelecek ağaçlardan tutun da, ilginç çalı ve gerçekten çok ama çok minik çiçeklere kadar envai çeşit bitki göreceksiniz. Bölge bitki örtüsü açısından çok zengin...




Yukarılardan manzara, az sonra oralarda olacağız.....
 Rota üzerinde çok güzel köylerden geçiliyor. Taş evler gerçekten çok alımlı. Bu evlerin bakımı yapılabilse, tadil edilebilse bölge çok değer kazanır diye düşünüyorum. Tabi, gezginler kendi atıklarını da beraberinde getirmesinler diye de diliyorum. Bulunulan bölgeye özen göstermek zor olmasa gerek. 






Bu yakışıklı çoban köpeği yolda bize bir süre eşlik etti. Çok korkukusuzdu. Koruduğu sürü ve sahibi çoban yakınlarda olsa gerek, ama görmedik.....


Dedim ya dost canlısı, her merhaba diyene hemen patisini uzatıyordu. Gruptaki herkesle böyle tanıştı. Sürüsünü koruması gerektiğinde ise hiç çekincesi yokmuş gibi de bir özgüven sahibi....






Likya Yolu sakinimize ait diğer kare. Çok centilmen halleri var, bu dansı bana lütfeder misiniz der gibi Seval ile merhabalaşıyor....

Bu harika gül birden bire karşımıza çıktı. Kocaman olmuş, dopdoğal haliyle düzlük alanın orta yerinde gezginlere şaşkınlık veriyor. Tam da reçel gülü, kokusu o kadar çarpıcı ki, yanından ayrılmak imkansızdı. Sürgünlerinden 3 dal aldım ve 1,5 lt lik dibinde azcık su olan boş pet şişe içine koydum ve tüm yolculuk boyunca İstanbul'da bu gülü yetiştiririm hayaliyle dolandım. Havalimanına ulaşınca, su şişesini güvenlikten geçirdim, yolculukta elimde onunla oturdum. Eve ulaşır ulaşmaz sürgünler köklensin diye suya daldırdım. Azcık köklendi ama toprağa dikince maalesef çürüdü. Bu bölgeden tekrar geçersem, inad ettim bu gülü nasıl büyüteceksem, öyle sürgün alıp, İstanbul'da tuturacağım. İnanın kokusu halen burnumda..... 




Bu çınarın altında yemek molamızı verdik. Koca ağacın altına 15 kişi dağınık düzen oturduk ve ancak yaptığı gölgelik alanın 1/3 ünü filan kaplayabildik. Düşünün artık büyüklüğünü ve kaç yaşında olabileceğini.....









Yemek molası bitti, yola devam...Benim menümde fındık, fıstık, kuru kayısı, ceviz, ayva, küçük kutu süt ve su vardı. Arkadaşlar kaşarlı sandviç, konserve pilaki, kurutulmuş et, domates, salatalık, çeşitli meyve ve termosta çay ile karınlarını doyurdular. Şahsen taşımam ama termosta çay-kahve taşıyana da hayran oluyorum. Benim için ne kadar az ağırlık, o kadar çok konfor...








  

Yön gösteren işaretli taşı bulabilmek için bu güzel ağacın etrafında biraz dolandık. Yürüyüş sırasında belli aralıklarla yön işaretlemelerini görmeye özen göstermek gerekiyor. Bir süre yürüdüğünüzde yön işareti karşınıza çıkmıyorsa, yanlış yöne gidiyor olma ihtimaliniz yüksektir. Mutlaka etrafta yön işaretlerini arayın. Hatalı yöne gittiğinizi anlamakta geç kalınırsa, o kadar yolu geri dönüp, son gördüğünüz işarete ulaşmak ve yön işaretini aramak çok vakit kaybettirir. Ama streslenecek bir şey yok, işaretlemeler belli aralıklarla yapılmış. Mutlaka etrafa bakınca görürüsünüz....






Durun bir poz verin dedim önümdeki arkadaşlara, hemen havaya girdiler. Çok güzel ekipti. Bu gruptaki arkadaşların pek çoğu ile sonraki gezilerde de beraber oldum ve daha pek çok trekkinte karşılaşacağımız kesin..... Yazımı hazırlerken bir yandan da Eylülde yapacağımız Makedonya trekking turuna hazırlanıyorum... :)





Az sonra bu kayanın üstüne çıkıp, poz vereceğiz. Kayanın üstüne çıktığınızda vadiyi ayaklarınızın altına aldığınızı hissediyorsunuz. Azcık dikkat ama lütfen.....






 
Objektifimin açısı yeterince geniş olmadığı için, ekibin yeterince yakınına gidip, hem aşağıda uzanan vadiyi, hem de arkadaşları kareye sığdıramadım. Artık sizin hayalinize bırakıyorum, kayanın altında dik bir yamaç var ve vadiye boşluktan bakıyormuşsunuz hissi veriyor kayanın üstünde olmak....









 

İşte anlatmaya çalıştığım tam da bu. Etem the Peter, Heidi'nin Peter'i.... Ama bence Alpler de neymiş, işte Anadolu'nun Teke Yarımadası tüm güzelliği ile önümüzde.... Gerçekten ülkenin her bölgesi ayrı bir maceraya çağırıyor....
İşte o kayalığın üstünde gezgin botlar. Bu fotoğraftan bir süre sonra parkurun iniş bölümüne ulaştık. İşte o inişte ayağımda gördüğünüz yedek diye yanıma aldığım ayakkabılar baş parmaklarıma çok baskı yaptı. Ayakkabı numarasında sorun yok ama başparmak bölümü yükseklik olarak yeterli olmadığı için inişte ayak başparmaklarıma ayakkabının üst kısmından ciddi baskı oldu ve iki parmak da morardı. AYAKKABI SEÇİMİ ÇOK ÖNEMLİ yürüyüşte, bunu bilip de sorun yaşamak da ayrı can sıkıcı. Şehir içinde en ufak sorun yaşamadığım bu çift ayakkabı maalesef trekkinde başıma çok iş açtı...... Fotoğrafı Meryem Gül Eren çekti, sağolsun.....



Bu rota yükseklerden bakıldığında vadilerde, ovlarada sera alanlarını bolca göreceğiniz bir rota. Bazı sera alanları gerçekten uçsuz bucaksız görünüyor yukarıdan. Akdeniz bölgesinde gezerken kişisel bahçeler dışında hiç bir yerde açıkta domates yetiştirildiğini görmedim. Bununla ilgili hikayeyi ise diğer Likya Yolu yazılarmda yazacağım.


Vadiler ayağımızın altında yürümeye devam. Ara ara dönüp geldiğimiz yollara bakıyorum da, katedilen dağ/tepelerin eteklerindeki rota dantel gibi görünüyor....Aaaaaa diyorsunuz, şu uzakta görünen kuş kanadı misali dağ eteklerini geçtik de geldik bu noktaya......




Ve yürüyüşüzün bitmesine yaklaşık 2 km kala Çukurbağ Köyüne yakın yukarı bölgede Phellos Antik Kenti kalıntıları bulunuyor. Phellos taşlık ülke demekmiş Yunancada. Kentin kalıntıları çok güzel işçiliğe sahip. Bir yapının yer mozaikleri çok zevkli olduklarını gösteriyor. Kent M.Ö. IV.yy. da en iyi dönemini yaşamış. Şu an pek çok kalıntı çalıların altında kalmış ve antik kentin kazı çalışmaları maalsef yarım kalmış. İnternet üzerinden bilgi temin etmek mümkün......



Diğer lahit görseli. Kimler geldi, kimler geçti bu topraklardan. Böyle lahit adıma yapılsın ister miyidim acaba diye soruyorum kendime; yok istemezdim. Neyse ölümü düşünmenin alemi yok şimdi....


Diğer lahit. Antik kentlerde denk geldiğimiz lahitlerin büyük kısmının içine girmek için ya kapaklarını devirmişler, ya da lahitleri yandan girmek için patlatmışlar. Define avcılarının mahareti. Fotoğraftaki kısım galiba orjinalinde var. Definecilerin marifeti değil yani...
  
Phellos Antik Kentin'den vadinin görüntüsü...Bu vadiye doğru inişe geçtik ve benim parmaklar iyice zonklamaya başladı.... İnişte Almanya'dan gelmiş gencecik, aşık bir çifte denk geldik. Buralarda olmaktan çok mutluydular. Birbirimize şans dileyip, yolumuza devam ettik. Fotoğrafta arka planda Kaş'ın denizini rahatlıkla görebilirsiniz.  



Antik kentten Çukurbağ Köyünün daha yakınlaştırılmış görüntüsü. Aşağıda gördüğünüz caminin yakınlarında 2.gün yürüyüşümüz sona erdi.Caminin yakınındaki dik kayalık alanda nüfusu kalabalık bir sincap ailesi bize güle güle dedi. Fotoğraflarını aşağıda paylaşacağım....





Çukurbağ Köyünün sol tarafına (yukarıdan bakınca) böyle bir alanı traşlamışlar. Seneye bu bölgeye tekrar gelirsem, bu alana ne inşa etmiş olacaklar acaba diye merak ediyorum. Evet talep var, nüfus artıyor, yerleşim yeri lazım filan ama, böyle traşlanmış görünce canım sıkılıyor. Umarım moloza belenmiş bir yapı görmeyiz burada ve umarım az katlı, ağaçlandırılmış, yeşile dost bir şeyler inşa ederler bu alana. Tercihim bu alanın doğalı neyse öyle kalması... 




Saatlerce oynayabilir sizinle. Bahar ayı tam da oğlakların dünyaya geldiği ve en sevimli oldukları zaman. Bölge dağlık ve çalılık olduğundan keçi yetiştiriciliği yapılıyor. Aslında vakit olsa, geçilen köylerde belki de keçi sütü bulmak ya da peyniri bulmak mümkün. Tabi hemen tüketmek kaydıyla....




 

Çukurbağ Köyüne ulaştık ve bölgede bu bitkiyi gördüm. Adı YILAN YASTIĞI. Neden böyle bir adı var bilmiyorum ama yorum da yapmadan edemedim; kokusu kötü olduğu için hayvanlar yanaşmıyor, güvenli alan oluşturduğu için yılanlar yumurtalarını çiçeğe bırakabiliyor olabilir mi acaba? Danaayağı, filkulağı gibi adları da var bu çiçeğin. Kokusu kötüydü. Bitki zehirli imiş ve ilaç sektöründe kullanılıyormuş....








Çukurbağ Köyünde sincap ailesinin bir üyesi tırmanışta. 10-12 fertlik bir aile, kıpır kıpırlar, net kare almak çok zor oldu. Bir de renkleri kayaların rengiyle neredeyse aynı, zor farkediliyor yaramazlar. Bugünkü yürüyüşümüzü sincaplara veda ederek bitirdik ve aracımızla KAŞ merkeze hareket ettik......





KONAKLAMA KAŞ MERKEZDE
En favori tatil bölgesi ya da yerleşmeyi hayal ettiğin en favori mekanların nereler deseler listenin başına galiba KAŞ'ı koyarım. Likya Yolu trekkingi harika gidiyordu ne ki 2.gün ayak başparmaklarımda sorun yaşayıncaya kadar. Tamamen hatalı ayakkabı tercihi, yoksa trekkingin zorluk seviyesi oldukça makul aslında. Bahsetmeden edemeyeceğim; Asuman rotayı belirlerken, yönü daha hafif tırmanış gerektiren taraftan başlatıp, daha dik sayılabilecek rotadan ise inişi ayarlamaya çalışıyor. Yani güne daha dik taraftan tırmanmaya başlamıyorsunuz, bu daha efektif bir yürüyüş sağlıyor. Ama elbette her zaman rota böyle ayarlanamayabiliyor. Çünkü doğada coğrafi şartlar neyse, sen ona uyacaksın.
Kaş'a 2.gün akşam üstü ulaşınca merkezdeki otelimize yerleştik ve dışarı çıktık. Mayıs ayı bu bölgenin en güzel zamanı, hava şahaneydi gene. Akşam meydanın arka sokağındaki balık restoranına gittik ve tabi ekipte herkes oynamaya meraklı olduğu için özellikle de Trakya havaları çaldırıp, çok fazla göbek attık. Diğer restoranlardaki müşteriler ve sokaktan gelen geçenlerde bize eşlik etti. Çok eğlendik ama çok. Restora'nın aşçısı da Trakyalıymış, onu da oynattık :)...

3.GÜN
Kaş-Limanağzı
Bu rotada yürümedim, arkadaşların tecrübelerini naçizane paylaşacağım.
Ayak sorunum nedeniyle 3.günü uzun zamandır gelemediğim KAŞ'ı gezerek geçirmeyi istedim. Ben buralarda yokken yeni marina bitmiş, artık ev filan yapamazlar dediğim bazı dağlık bölgelere evler yapılmış olduğunu gördüm. Eh benim gibi KAŞ'ta yaşamak isteyenlere ev lazım diye gönlümü avuttum. Moral bozarak başlamayalım, KAŞ gene herzamanki gibi çok güzeldi. Gruptan Mevlüt'de bu kasabaya daha önce hiç gelmemiş ve benimle KAŞ'ı görmek istedi, o gün yürüyüşe katılmadı. Beraberce Kaş'ın keyfini çıkarttık.
Ekipdeki diğer arkadaşlar kahvaltıdan sonra rotaya girmek için bizden ayrıldılar. Döndüklerinde ise gene çok güzel bir yürüyüş olduğunu ballandıra ballandıra anlattılar. Rota'da denize de girmişler. Biz de Küçükçakıl'da denize girdik, balık yedik, güneşlendik, sohbet ettik ve Kaş'ın keyfini çıkarttık ama gene de rotada olmayı da istedik. Her ne kadar rota fotoğraflarım olmasa da Kaş fotolarını paylaşmak ve biraz da Kaş'ı anlatmak isterim.

3.GÜN KAŞ'A AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM


2007 Mayıs ayında çektiğim fotoğrafladan biri. Bu tarihten bu yana Küçükçakıl Plajındaki kayalık alan üzerine ahşaptan platformalar yapmışlar ve güneşlenilebilecek alanları genişletmişler. Eskiden kayalık alanların üzerine beton  dökülüp, düzlenmiş alanlara konan şezlonglarda güneşlenilirdi. Denize giriş gene eskisi gibi kayalardan aşağıya uzatılmış merdivenler yardımıyla ya da kayalardan atlayarak yapılıyor.

Küçükçakıl Plajından sabah görüntüsü. Bu plaj sağlı sollu kayalık olup, kayalıklardan direk ya da merdivenlerden inerek de denize girme imkanı verdiği gibi, adını aldığı bu küçük çakıllı plajdan da denize girmek mümkün. Girer girmez kayalardan gelen tatlı su kaynaklarının verdiği serinliği hemen hissediyorsunuz. Çivi gibi yapar Kaş denizi insanı. Kaş'da tüplü dalış yapmak da çok keyiflidir. Kaş görüş uzaklığı konusunda dünya literatürüne girmiş dalış merkezlerinden biridir. Özellikle Kanyon dalışı en keyif aldığım dalışlardan biriydi. Fotoğrafı Aynur Karabaş çekti.



Yıllar önce geldiğimde inşası başlayan marina çoktan bitirilmiş. Marinaya karşı bir kafede oturup, buranın eski halini hatırlamaya çalıştım. Kaş eskiden de güzeldi, şimdi de güzel....

 

Marinanın girişindeki ORMAN GÜLÜ AĞACI. Mayıs ayı bu ağacın en çiçekli olduğu dönem. Gerçekten festival gibi ağaç. Bu ağacın en iddialıları da bu coğrafyada yetişiyor. 

Akşam Kaş merkezdeki liman civarında gezerken karetta karettaya denk geldik. Karnını doyurma derdindeydi. Yıllar önce Kaş dalışlarımdan birinde çok açıklarda derinlerde bir tane gördüm diye tekneyi birbirine kattığım bu güzellik, an itibariyle marinada salına salına yüzüyordu. Fotoğrafı Ülkü arkadaşım çekti.











Merkez marinadaki karetta karettadan ikinci görüntü. İkili yaşam halinde, başındaki balıkla gayet mutlu görünüyor. Fotoğrafı Ülkü arkadaşım çekti.  
Kaş-Kalkan arasında Kaputaş Plajı. Kaş merkeze 20 km civarı mesafedeki plajı yukarıdan ne kadar seyrederseniz seyredin doyamıyorsunuz. Kaş'tan Kalkan'a giden dolmuşlarla plaja ulaşmak mümkün. Deniz keyfi için güzel bir yer. Eskiden burada hiç bir tesis yoktu. Son gittiğimde ise fotoğraf karesine almadım ama, kafe gibi bir yerin inşası vardı. Sezona mutlaka yetiştirmişlerdir. Deniz çok çabuk derinleşiyor ve son derece serin. Çünkü tatlı su kaynakları var. Dalga olduğu zamanda büyük dalgalarla baş etmeye çalışmak çok keyifli.....



Mayıs 2018 de inşası yapılan tesis. Burası tam anlamıyla bakir bir plajdı. Ama illa da ticarete konu olacak. Sanırım yüksek sezona girildiğinde bitmiştir tesis. 2007 yılında geldiğmde bu plaja gitmeden önce su ve yiyecek takviyesi yapmak gerekiyordu ve onun ayrı bir keyfi oluyordu. Korkarım ilerleyen yıllarda tesis işletiyoruz, hizmet veriyoruz diye girişte bilet kesmeye kalkarlar.... Ne acı bir durum.... Eklemeden edemeyeceğim, buradan geçen yolun inşası sırasında 4 işçi kazada hayatını kaybetmiş. Huzur içinde uyusunlar...
Kaş'a yakın Simena Kalesi'nden bir görüntü. Kareyi Mayıs 2007 tarihinde çekmiştim. Kaş merkezden kalkan günübirlik tekne turları ile önce Batık Şehir üzerinden geçilip, hemen sonrasında Kale Köyü'ne ulaşılıyor. Bu bölgeye sadece denizden ulaşım var. Bir de Üçağız'dan patika takip edilebiliyor denmekte ama ben yürüyerek ulaşanı duymadım. Likya Yolu yürüyüşü sırasında buraya gitmedim ama, eskiden gittiğim ve favorim olan günübirlik turlardan olduğu için bahsetmeden edemedim.

 
Simena Kalesi'nden bir görüntü daha. Günübirlik tekneler ayrıca yemek molasını burada yerleşik köylülerin işlettiği restorantlarda veriyorlardı ve gerçekten harika salata çeşitleri ve balık/köfte ikramı oluyordu. Kaş'a gidildiğinde mutlaka yapılması gereken şeylerden biri tekne turu, diğeri ise merakınız varsa tüplü dalış yapmak....




Gene Mayıs 2007 tarihinden kalma bir fotoğraf. Kare Kaş'tan ulaşabileceğiniz Saklı Kent'e ait. Harika ıslak zemin yürüyüş parkuru olan, serin suların içinde bata çıka keyifle kanyonun içlerine doğru yürüyüş yapabileceğiniz bir bölge. Likya Yolu etabı sırasında gitmedim ama, bu gezi alanından da bahsetmeden edemedim. Giderseniz eğer, üzerinize sadece mayo, üste t-shirt, ayağınıza ise iyi bir ıslak zemin ayakkabası alırsanız çok konforlu bir gezi yaparsınız. Kesinlikle çıplak ayakla yürünmez, en kötü ihtimalle girişte verilen soğukkuyu lastiklerini giymek zorundasınız. Cep telefonunuzu alacaksanız, su geçirmez özel kap içine koyup, bu poşet içinden de fotoğraf çekimi yapabilirsiniz. Büyük fotoğraf makinası kesinlikle riskli. Ayağın kayıp da, suya düşmesi inanılmaz serinletici. Düşe kalka yürünecek harika parkur.... 



Veeeeeee Kaş'ın olmazsa olmazı dondurmaaaaaaa...... Üstüne de tazesinden yapılmış adaçayı. Taze adaçayı filizleri sıcak su bulunan bardağa daldırılıp, bir süre demlenmesi bekleniyor ve Kaş'ın güzel restorantlarında tıka basa yenen yemek üstüne sindirim sistemi için en güzel doğal ürün. İsteyen limonlu da tüketebilir. Ama şeker koymayın derim, şeker aromasını hissetmenizi engelliyor bence. Zaten şekeri de fazla tüketmeyin. Dondurma kategori dışıdır :).  Sonra da isteyen gecenin ilerleyen saatlerini karşılamak için MAVİ BAR'ın karşısındaki kaldırıma gidebilir. Kaldırım diyorum özellikle, barın karşısındaki kaldırma oturmak bir konsept..... Ama girip birşeyler de için, esnaf hayat bulsun.....Selfi İbrahim Köseliören'den.






Kaş'da tek üzüldüğüm tek şey şu oldu; merkezdeki limanda bulunan kafelerin arka tarafında belediye tarafından işletilen bir çay bahçesi var. Tost, adaçayı, sandviç, patates kızartması filan servis ediliyor ve doğal gölgelik alan. Ağaçların gölgesi harika... Eskiden buranın zemini yer yer toprak, yer yer çimlik alandı. Gidip buraya beton dökmüşler. Yetmiyormuş gibi bir de ağaçların dallarını yer yer budayıp, gölgelik alanı azaltmışlar. Eskiden püfür püfür serin olan yer, şap-beton yüzünden ve ağaçların akıbetinden dolayı olmuş sıcak bir alan. Neden beton dökersin arkadaş yere diye sormadan edemiyorum....Çok üzüldüm çay bahçesinin bu haline ve fotoğrafını da protesto edip, koymuyorum....  


4.GÜN
Delikkemer-Patara
Ayak başparmakalrımda halen sorun yaşasam da, benim evladiyelik botlarımla bugün yürüyüşe katıldım. Likya Yolu 3.etabında son günümüz ve akşam uçağa yetişmek zorunda olduğumuz için 12 km olarak planladığımız rotayı daha kısa kesmek amacıyla araç ile başlangıç noktamızın daha ilerisine kadar gidip, Delikkemer civarından rotaya girdik. Bu rota seraların yukarıdan bol bol göründüğü, klasik Likya Yolu rotalarından bir tanesi. Yürüyüş tam Patara Antik Kentin'de bitti. Aynur, Veli ve ben Patara Antik Kentini gezmek istediğimiz için bir kaç saat sonra buluşmak üzere ekipten ayrıldık ve antik kentin içine doğru ilerledik. İyiki de kenti detaylı görmek istemişim, sebebini fotoğraflardan anlayacaksınız.
4.gün 10:40 da başlayan yürüyüşümüz, 13:30 da bitti ve 9 km mesafe katettik. 150 metre rakımdan 0 rakımlı Patara Plajına ulaştık. Plaj ulaştığımızda hayli rüzgarlıydı. Birşeyler atıştırdık, dinlendik ve havalimanına doğru yola çıktık.

4.GÜN YÜRÜYÜŞÜNE AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM


4.gün yürüyüşümüzün başladığı ana ait kare. Bu rotada yer yer ovalardaki seraları görüyorsunuz ve sonsuz sera var gibi geliyor insana....









Meşhur Delikkemere adını veren yer olsa gerek. Kemerdeki taştan su arklarındaki bölmelerden mi, yoksa bu geçitten mi Delik Kemer adını almış, gerçekten bilmiyorum....Araştırdım, güvenilir bilgiye rastlayamadım.....Grubun bir kısmı poz veririken.....







Delikkemer üstünden bir kare. Bizim ekibin hanımları havalı arkadaş......



Patara Kenti'ne su götüren kemerlerin üstünden bir kare daha. Birleşik kaplar sistemine göre aynı basınç altında, aynı tabana bağlı sıvı farklı şekil kaplarda dahi olsa su aynı seviyeye gelmeye meyil ediyor. Sıvıyı bir yerden koyduğunuzda, diğer kaplara akışı eşit basınç sebebiyle devam ediyor. Yani suyu yükseklerden getirmeyip, böyle ova aşıracaksanız, bu fiizik kanunu imdadınıza koşuyor.....


Yabani buğday. Delikkemer'in hemen altı. Bu alanı görünce aklıma Harari'nin Hayvanlardan Tanrılara kitabı aklıma geldi. Yayıncısına teşekkürler, ama asıl iyi bir çevirmen olan ve kitap grubumdan tanıdığım çevirmeni Ertuğrul Genç'e teşekkür etmeden geçemeyeceğim...Ellerine sağlık.....Kitabı naçizane tavsiye ederim.


Azıcık yayılalım..... Kemerin hemen altındayız. 



Patara'ya 10 km var, su kemeri yakınındaki tabela. Arkadaki zeytin ağacının bereketi iyidi. Çeneklerde meyveye dönecek güzel sağlıklı çiçekleri vardı. 


Delikkemer'i geçtik, uzaklardan bir kare. Buradan bakıldığında kemerin asıl uzunluğu ve vadiyi nasıl aştığı, bileşik kaplar sisteminin nasıl çalıştığını daha iyi anlama şansınız oluyor. 







Rotada denk geldiğimiz çeşmelerden biri. Suyu lezzetliydi. Likya Yolu rotalarında kuyu veya çeşmelere rastlıyorsunuz ama gene de nasılsa karşımıza çıkar diye güvenip, günlük suyunuzu almadan yola çıkmayan derim. Çünkü orada olduğunu bildiğiniz ya da tahmin ettiğiniz kaynak yer değiştirmiş ve orayı beslemiyor olabilir, ya da kurumuş olabilir. Hatta bulanık bile akıyor olabilir. 




Çantamın üstüne zıplamasa neredeyse farketmenin imkansız olduğu, çevreye uyum gurusu çekirge... Çok sakin hayvandı, ya da yorgundu.....








Yukarıdaki çeşmenin sakinleri...Hayat onlara güzel gibi görünüyor ama, avlanmak zorundalar, eş bulmak zorundalar.... Onların da var bir günlük rutini....








Sessizlik lütfen, arılar henüz kovanlarındaydı. Gürültüden rahatsız olup, korunma iç güdüsü ile kovanlarından çıkıp, saldırganlaşma ihtimalleri var..... 








Yol üzerinde bir inşaat...Hikayesi nedir bilmiyorum.....










Kuyu suyu da mevcut rota üzerinde. Hayvanlar su ihtiyacını gidersin diye sadece yalağı doldurduk. Tatlı su kaynağı nerede olursak olalım kıymetli. Veli ile kuyudan beraberce su çektik, antrenman yaptık, suyu tekrar kuyuya döktük.... Bir iki kova çekmek dert değil de, günlük ihtiyacı karşılamak için onlarca kere kovayı yukarı çekip, bir de onu taşımak zor iş.......





Yıllara meydan okuyan ölmez ağacı zeytin. Bölgede yaşı çok ama çok büyük zeytin ağaçları görme şansınız var. Zeytin kıymeti bilinmesi gereken güzel ağaçlardan biri. Meyvesi, yaprağı, gövdesi her şeyi işe yarıyor.....Görselliği de cabası......







Bu tip çalılık alanlar rota üzerinde hayli yoğun. Bu tip bölgelerde yürürken, ekibin birbirine yakın yürümesi gerekiyor. Sadece önden gidenin bıraktığı dal parçalarının arkadakine çarpmasını engelleyecek mesafeyi korumakta fayda var. Bu alanlar ekip üyelerinin birbirlerini kolayca gözden kaybetme riskinin olacağı alanlar....

Veeee hedef aşağıda gördüğümüz Patara Plajı. Ama önce yolumuz Patara Antik Kenti'nden geçecek....

Likya Yolu sakini bir örümcek. İlginç bir ağ kuruyor kendine. Ortası kara delik gibi görünen bu ağ sanırım av olacak böcekleri kendine çekiyor. Mühendislik harikası aslında......


Bir de bu durum var. Yorumsuz......


Yılkı atları. Kaderlerine terkedilmiş durumdalar. Acı ama maalesef böyle......









Hemen aşağıda Patara Antik Kenti. Kentin giriş kapısında 4.gün rotası bitti. Ekibin bir kısmı Patara Plajına direk gitmeyi tercih etti. Aynur, Veli ve Gezgin Botlar olarak biz kenti gezmeyi tercih ettik. Buyurunuz tarihçesi kısaca aşağıdaki fotoğraflarda......







Mettius Modestus Takı. Patara'nın alemet-i farikası ve kentin girişi bu takın kemerli kapılarından geçilerek yapılıyor. Tak 19 mt genişlik ve 10 mt yüksekliğe sahip. Kuzey cephesinde "Likya Ulusunun başkenti Patara Halkı" yazmakta. Takın önünden kent merkezine doğru 23 mt genişliğinde yol uzanmaktaymış.   



Patara Gelemiş Köyü sınırları içinde ve Batı Likya'nın dünyaya açılan deniz kapısı. Şehiri kuran Likyalılar bugünkü  Burdur sınırları içindeki Dimri'de yerleşik olan halk tarafından kurulmuştur ve kendilerine Likyalı anlamına gelen Trmili adını vermekteydiler. Anadolunun en eski dili olan Luviceye yakın bir dili kullanmaktaydılar. Kent değişik tarihlerde Perslere, Attika-Delos Deniz Birliğine, İskenderden, Mısır egemenliğine geçmiştir. En son Roma tarafından Rodos'a bağlanan Likyalıların mücadeleleri sonucunda M.Ö. 168-167 tarihlerinde Likya Birliği kurulması ile Roma bu  birliği tanımıştır. Patara, Likya Birliğinin başkenti olmuştur. M.S. 43 de Likya-Pamfilya nın çifte başkentliğini yapan Patara, Doğu Roma'nın kurulmasıyla tek başkent olur tekrar. Bizans zamanında da Konstantipol'den Doğu Akdeniz'e uzanan Ege deniz yolunun vazgeçilmezi olarak varlığını sürdürür Patara ve son derece zenginleşir. Aziz Nikolas yani Noel Baba M.S. 4. yy. da burada dünyaya gelmiş ve tüm dini bilgi ve öğretilerini Patara'da geliştirmiştir. 
M.S. 541 yılında veba salgınında nüfusunun büyük kısmını yitiren Patara, M.S. 7 ve 8. yy. da Arap saldırılarından dolayı bölgenin dağlık bölgelerine çekilmişlerdir. M.S. 12. yy da Patara bir iç liman köyü görüntüsüne dönmüş ve M.S.1176 Miyorkefalon Savaşı ile Türkleşme ve İslamlaşma süreci içine girmiştir. Zamanla Eşen Çayı'nın taşıdığı alüvüyonlarla da limanı iyice dolunca tarihteki önemini yitirmiştir. (Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı Antik Kent Tanıtım Levhaları)


 Gelelim Patara Antik Kenti'nin en fantastik yerine. LETO HURMALIĞI..... Hikayesini aktarmak isterim;  Leto yani Zeus'un eşi doğum sancıları çekmekte, ancak sancıların tanrıçası Eilethiya Olimpos'ta altın bulutların altında oturmakta ve olaydan habersizdir. Hera kıskançlığı yüzünden sancı tanrıçasını Leto'dan uzak tutmaktaymış.Dokuz gün dokuz gece sancı çeken Leto'nun yardımına gene elçi İris'in haber vermesiyle yetişmiş Eilthiya. Leto'nun kollarını hurma palmiyesine sarması sağlayarak, diz çökmesini söylemiş ve sonunda Apoolon ışığa sıçramış. (Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı Antik Kent Tanıtım Levhaları)



Apollon'un ışığa sıçradığı yer olan Patara Antik Kenti'ndeki hurmalığın içi. 

Apollon'un ruhunu çağıran Gezgin Botlar, ben. Hurmalığın içinde olmak çok ama çok fantastik bir duygu veriyor insana. Dakikalarca içeride oturup, kendinizi dinleyebilirsiniz. Antik Kent ile kıyaslayınca küçücük bir alan olan hurmalık, içine girince bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor insana. Acaba gerçekten söylencedeki gibi binlerce yaşında olabilir mi bu hurmalar? .....

Hurmalığın içinde hayli vakit geçirdik, daha doğrusu çıkmak istemedik. Şehirlilerin rüyasıdır ya sahil kasabası, bahçeli tek kat ev; ben bu hayalden vazgeçtim, böyle yuvarlak form dikilmiş, ulu ağaçlardan oluşan mekanım olsun istiyorum...Kafe işleteceğim ortasında.....


Antik Kent'in civarı baharın müjdecisi papatyalarla bezenmiş durumda.....


Patara Antik Kent'inin sütunlu yolu.......

Bu kapı oluşturulan Likya Birliği Meclis Binası'nın girişidir. Anadolu topraklarında bu kapıdan geçenler, demokrasiye bu topraklarda ilk adımını atan ayrıcalıklı kişilerdi.......

Likya Birliği Meclis Binası içi. Montesquieu,"Yasaların Ruhu" adlı eserinde Likya oluşumunu cumhuriyet modelinin mükemmel bir örneği olarak tasvir etmiştir. (Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı Antik Kent Tanıtım Levhaları)
Zaman makinasına binsek ve meclisin toplantılarından birine katılabilsek; acaba neler konuşuluyordu dersiniz.....
    
Kentin tiyatrosu. 6000 kişi kapasiteli tiyatro binası M.Ö. 1 veya 2. Y.y.da inşa edilmiş ve tiyatro gösterileri yanı sıra gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri de yapılmış.....







  

Kenti gezdikten sonra bizden önce Patara Plajına ulaşmış olan arkadaşların yanına gittik. Bugün plaj hayli rüzgarlıydı. Birşeyler atıştırıp, çayımızı yudumladıktan sonra, tekrar tekrar görüşmeye söz verip, plaja veda ettik. yolculuk İstanbul'a.....  




 SON SÖYLEYECEKLERİM
LİKYA YOLU tüm etapları tercihe göre ardışık şekilde ya da her etap 3-4 günlük parkurlar halinde farklı farklı zamanlarda yürünebilir. Çadır konaklamalı ya da  otel konaklamalı tercih de size kalmış. Önceden çalışıp, kendi rotanızı da belirleyebilirsiniz, ya da benim gibi rotaları iyi bilen bir lider eşliğinde yürüyebilirsiniz. Her nasıl olursa olsun, Teke Yarımadası'nın alameti farikası olan bu yolu trekkinge gönül veren herkesin mutlaka, ama mutlaka geçmesi gerekir diye düşünüyorum.  Sahne tozunu yutanın sahneden vazgeçemeyeceği gibi, Likya Yolllarının tozunu yutan da bu parkura defalarca gelmekten kendini alamayacaktır. Hiç vakit kaybetmeyin, 3-4 günü kapsayan rotalar halinde turunuzu planlayın derim; ben geç kalmışım, siz geç kalmayın.....Hayat kısaaaaaaaa......

Sevgiyle kalın......

Gezgin Botlar 
Mürüvet Gündüz















































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder