LİKYA
YOLU 3.ETAP
Gezi tarihi:
14-17
Nisan 2018 (3.Etap,
Bel-Gavurağılı-Patara-Gökçeören-Çukurbağ- Kaş-Limanağzı-Boğazcık-Kalkan-Delik
Kemer-Gelemiş)
4
güne bölünmüş rotaya ait çok fazla görsel paylaşacağım. Fotoğraf makinası taşıyacağım
diye batonsuz yürüyorum, Risk alıyorum aslında, ama anı dondurmak çok güzel.
GENEL
BİLGİ
Teke Yarımadası’ndaki Likya Yolu rotasına ulaşmak için
seçtiğiniz parkura göre; havayolu ile gelecekseniz Dalaman ya da Antalya
Havalimanı, karayolu ile gelecekseniz gene Antalya, Fethiye, Kaş ve diğer
başlangıç noktalarına ulaşmanız gerekiyor. Çadırda konaklayacaksanız sorun yok
ama, otel konaklamalı tercihte bulunduysanız ve tur şirketi kanalıyla katılımcı
değilseniz önceden kalacak yerinizi ayarlamış olmak en iyi yöntem. Akşam üstü
kalacağınız merkeze ulaştığınızda ki geç saate de kalabilirsiniz, otel/pansiyon
aramak sıkıntı yaratabilir. Ama yok arkadaş, ben bulurum kalacak yer
diyorsanız, ne çıkarsa bahtınıza artık….
Likya yolu için tercihim Düş Patikası ile buraya
gelmek oldu. Asuman Bilgiç ki Türkiye’de bilinmeyen rotaları çıkartma konusunda
tecrübesi vardır, ekip liderimizdi. Asuman’ı başka doğa yürüşlerinden de tanıyorum.
Dalaman Havalimanı’nda buluşarak tura başladık. Ekip 15
kişiydi. Katılımcıların hepsi de bu işe gönül vermiş ve daha önce Likya
Yolun’da tecrübesi olan arkadaşlardı. Ben sessizce tecrübelerini dinledim yol
boyu. Neyse, başlasındı artık şu Anadolu’nun samanyolundaki maceramız. Hani
dedim ya genel bilgilendirme yazımda İpek Yolu, samanyolunun dünyadaki yansımasıysa, Likya
Yolu da samanyolunun Anadolu topraklarındaki yansıması.
3.Etapta izlediğimiz güzergah Patara ile Kaş arasında
kalan bölgenin iç kısımlarındaydı. Yani bu rotada yürürken deniz görseli nispeten az. Yarımadanın iç taraflarından rotayı takip
ediyorsunuz. Bahar ayına denk geldiğimiz için doğa harikaydı. Çiçeği, otu,
böceği, kaplumbağası, kurbağası ne ararsanız vardı. Yürüyüş sırasında zaman
zaman yükseklerden denizi de görmedik değil. Hemen hemen hergün parkurun yüksek
ve açıklık bölgelerinden arkama ve etrafıma baktığımda hissettiğim şuydu; hani
arkası dağlık bir coğrafyada deniz kenarında, şezlongda bir şeyler içip, keyif
çatarken “şu dağların eteklerinde yol gibi görünen patikalara tırmanılır mı
acaba, kolay olur mu ki, keşke orada olup da burayı kuş bakışı seyredebilsem” ,
ama imkansız görünür bir yandan da. İşte o imkansız görünen şeyi yapıyorsunuz
Likya Yolunu yürürken. Ve sürpriiiiiiz, tırmanışın sonu gene deniz, gene
şezlong, gene bir şeyler yudumlamak.
Yazmadan
geçmek istemiyorum, su ve yiyecek konusunu genel yazımda ele aldım
ama; yanınıza mutlaka yiyecek alın ve gün içinde tüketeceğiniz
suyu planlayıp, yeterli miktarda su mutlaka alın yanınıza. Rotada
nasılsa su kaynağı vardır, boşalan şişemi oradan doldururum
diye güvenmeyin. Çok az kaynağa denk gelebilirisniz ve denk
geldiğiniz kaynak ise kirli olabilir. Bu ihtimali asla aklınızdan
çıkartmayın.
1.GÜN
Dalaman-Bel-Gavurağılı-Patara
İlk gün havalimanında buluşup, Fethiye’ye gittik.
Kahvaltıdan sonra, marketten alış-verişimizi yaptık. Öğlen için kumanya, kişi
başı ortalama 3 lt günlük su ve diğer ihtiyaçlar giderildi. Araçla gidilecek
bölgeleri 4 gün boyunca hep aynı kaptan ve araçla kat edeceğimiz için, diğer
günler için aldığımız sularımızı ve kullanmak istemediğimiz malzemelerimizi
araçta bıraktık. 2 saat sonra parkur başlangıcına ulaştık ve sırt çantamızda
bulunmasını istediğimiz malzemelerimizi yanımıza alarak, yürüyüşümüz için
araçtan ayrıldık.
Genel bir ekipman kontrolünden sonra yürüyüşe Boğaziçi
Köyü’nden başladık. Parkurumuzun genel rotası Bel-Belköy-Patara plajının
haritada en batısı olan Özlen Deresi’nde bitti. Güzergahı fotoğraflarla
anlatmak isterim. Ama genel rotada uğradığımız yerler, açıkçası aklımda kaldığı
kadarıyla ;Boğaziçi köyü-Bel'e doğru devam-Sidyma Antik Kenti-Aşar Köyü-Sidyma
(Dodurga bölgesi)-Sakızlı Köyü-Gelemiş Köyü-Gavurağılı ve en son araçla Patara
kumsalı Karadere Bölgesi’nde Özlen Deresi yanında denize giriş.
İlk gün 11,3 km yürüyüş yaptık. 320 rakımdan 708
rakıma kadar çıktık. Saat 12:00 de başlayan yürüyüş 16:30 civarında sonlandı.
Toplamda 3 saat yürüyüş, 1,5 saat ise dinlenme ve yemek molası verdik. İlk gün çok erken uyanıp, uçak yolculuğu
yapmış olduğum için biraz yorucu geçti. Genel yorgunluktan dolayı ilk gün
tırmanışlar pek bir dik geldi zaman zaman 😊
İlk gün etabı yorgun olmamıza rağmen çok zorlamadı.
Sadece etabın başlarındaki tırmanışlar biraz yordu, dengeli yürüyüşle
üstesinden gelinmeyecek yorgunluk yoktur yürüyüş sırasında. Soluklanmak için durunca
çok fazla beklemeden tekrar yürüyüşe geçmek gerekiyor. Ara uzun olunca kaslar
soğuyor, daha zor adapte olunuyor yürüyüşe. Bir de su tüketimi önemli. Suyu
azar azar içip, ağız ve yutak borusunu nemli tutmak gerekiyor, böyle yapınca
nefesi daha iyi ayarlama şansınız oluyor. Hatta ben suyu ağzıma alıp, çalkalayıp,
azar azar yutuyorum. Her babayiğidin bir yoğurt yiyişi olsa gerek, herkes bir
teknik buluyor kendine zaman içinde.
Özlen Deresi’nin denize kavuştuğu Patara Plajı’nda
denize girdikten sonra, çok ilginç bir yere gittik. Patara Plajı Kum Tepeleri
diye adlandırılan bölgeye. Birinci güne ait fotoğraflar içinde bu tepelere ait
fotoğrafları göreceksiniz. Bölgenin hikayesini de fotoğraflara bakarken
okuyabilirsiniz. Patara Plajı’na ait ufak bilgi paylaşımını gene fotoğrafların
yanlarındaki açıklamalardan takip edebilirsiniz.
KONAKLAMA
PATARA’DA
İlk gün Patara’da otelde kaldık. Patara çok sevimli
bir yerleşim yeri. Bahçelerde limon, portakal ağaçları, evlerin önünde teneke
saksılarda çeşit çeşit çiçekler. Konaklamak için camping, pansiyon ve otel
seçenekleri mevcut. Nisan ayında oldukça sakindi. Yaz dönemi ise müdavimleri ve
Patara’nın dünyaca ünlü kumsal plajını görmeye gelenlerle dolup taşan bir yer. İlk
olarak bu sevimli yerleşim yerinin birkaç fotoğrafını paylaşmak isterim.
Önü
çiçeklendirilmiş, biz şehirliler için bakınca “ayyyy ne güzel taş ev” dedirttiren bir Patara evi….
Patara ağaçlık, yeşillik bir yer. Sabah etrafı kolaçan
etmek için geziye çıktığımda salyangozların geceyi bu bitki üzerinde
geçirdiğini farkettim. Etrafındaki başka hiçbir bitkinin yaprağına değil , ille
de bu hurma olduğunu düşündüğüm bitkiyi yer edinmişler kendilerine.
Limon ağacından 1 tane göz hakkı aldım ve İstanbul’a
gelince ilk salatıma bu limonla sos yaptım. Şimdinin mandalina aromalı
limonlarından değil, bildiğiniz limon ekşisi ve aromasıydı.
Patara merkezinde şirin bir camping ve bungalow
konaklama alanı.
Patara merkezde kaldığımız otel. Otel son derece
güzeldi. Gönül rahatlığı ile tavsiye ederim. Olur da kalmayı düşünürseniz, otel
ortağı Arif Bey.
İhtiyaç olur diye dolmuş saatlerini paylaşayım
istedim. Liste Nisan 2018 tarihlidir.
1.GÜN YÜRÜYÜŞÜNE AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM
Etapta
deklanşöre ilk bastığım an. Kareme takılan ise şirin bir papatya…
1.gün yürüyüşe başladığımız Boğaziçi Köyü….
Gayet dinamikken, tam da başlamışken gruptan bir kare.Bir arkadaş eksik, işaretli kaya peşindedir çünkü. Bir de gezgin botlar yok, çünkü
kamera arkasında….
Likya Yolu sakini….
Aşağıdaki yerleşim yerine selam olsun, yola devam…
Yöre sakini….
Fotoğrafa bakıp, çalılık demeyin. Detayda çok değişik
bitkiler ve çiçekler görüyorsunuz….
Bu çiçek/bitki hep ilgimi çekmiştir…..SÜTLEĞEN....
Buna benzer pek çok tarihi kalıntı var güzergah
üstünde……
Sydima Antik Kenti.
Sydima Antik Kenti.
Her yerde papatyalar, her yerde ama…..
Artık kullanılmıyor ama , kim bilir ne anılar barındırıyor….
Göz hakkı, yol üzerinde çok fazla denk geldiğimiz badem
ağaçları…
Artık kullanılmıyor ama, gerçekten çok güzel mimamrisi
var bu taş evlerin. Onarılsa, buralar doğa turizmine merak salanlar için konaklama noktaları olarak kullanılsa ne güzel
olur 😊. Hayal bu ya, olur mu olur….
Güzergah
üzerinde bazı yerlerde kovanlara denk geleceksiniz. Bahar mevsimi üreme dönemi
olduğu için, yanlarından geçerken fazla gürültü yapmamak gerekiyor. Gürültüyü
tehdit olarak algılayıp, sıkıntı yaratabilirler. Şiiiiiiit…..
Tekrara
girecek ama, yürüyüşte üzerinize parfüm, kokulu şeyler sürmeyin, arı ve
böceklere hedef tahtası yaparsınız kendinizi…Fatma Pansiyon...göremedik ama reklamı var......
Zaman
zaman araç yolundan da yürünüyor, itiraf ediyorum ki bir çeşit soluklanma
sağlıyor….
Papatyalar….
Güzergahtan bir kare, Bel ile Sydima arası bir yerler….
Sakızlı Köyü’nün şirin kızı…
Sakızlı Köyü delikanlısı Muharrem Türk dedemiz. Grup çayın
demlenmesini beklemeden gidecek diye hayıflandı durdu. Sohbet ediyorduk ki,
hanımı çay hazır deyince fırlayıp, bana çay ikram etmek için öyle bir
koşturması vardı ki anlatmam mümkün değil. Çayını içmeden köyden ayrılsaydık,
gerçekten çok üzülecekti. “Gelin” dedi, “2 ay kalın, 3 ay kalın, misafirim olun
”. Evlatları şehirde çalışıyormuş, pek çok hikaye paylaştı. Gitmemizi hiç ama
hiç istemedi…
Muharrem
dede ile çayın demlenmesini beklerken sohbetteyiz. Az önce
geçtiğimiz köyden bu köye evlenip gelmiş. Hanım köylü oldun
yani dedim, attı bir kahkaha.....
Bel’e doğru yürürken çiçekler…….
Arkada görünen griliğin bir kısmı deniz aslında. Ama
güneşten dolayı kareye net yansıtamadım…
Hedef aşağıdaki köy, Belceğiz’e doğru giderken…
Likya yolunun sakinleri….
Orkide ailesinden bir çiçek…..
Yollar yollar….
Güzergah üzerindeki pek çok köyde keçi yetiştiriciliği
yapılıyor. Buranın doğasına uygun hayvan, beslenmek için en akıl almaz yerlere
tırmanıyor bu çelebi….
Belceğiz bölgesinden bir yerler….
Patara
Plajına ulaşmazdan az evvel. Hollandalı bir gezgine denk
geldik.Rotasını cep telefonuna yüklemiş, 70'li yaş üstü
olmanın keyfini çıkarıyordu. Gezgin ile konuştuğum için
fotoğrafını çekmek kısmet olmadı. Aynur Karabaş'a ait bir
kare.....
Patara Plajı, Özlen Deresi, Karadere bölgesi. Karadere
Türkiye’de kırmızı biberin en çok üretildiği yermiş. Hani şu kapya dediğimiz
etli, uzun kırmızı biber, közde şahane olur, çiğ de lezzetlidir çünkü hafiften
şekerlidir…
Patara
Plajı batı bölümü. Patara plajını özel
yapan birkaç şey ve genel bilgi
http://www.antalyakulturturizm.gov.tr/TR,175465/tanitim-brosurleri.html
adresinden teyit ettiğim üzere;
1-18
km lik uzunluğu ile ülkemizin en uzun plajı. Derinliğin ise en dar 280 metre,
en geniş 1500metre.
2-Plajı asıl özel
kılan caretta caretta ların yumurta bıraktığı bölge olması. Bu nedenle “Özel
Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş.
3-Kumu çok ince ve elinize
aldığınızda çok güzel heykel yapılabileceğini hemen anlıyorsunuz, çimento gibi
tutunuyor zerreler birbirine.
4-Güneşin en güzel (
romantik mi desek acaba) battığı yerlerden biri.Gördüm, test ettim,
fotoğrafladım.
5-Rüzgarı bol.
6-Deniz çok ama çok
sığ. Neredeyse yüzmek imkansız, bunun için hayli açılmak gerekiyor.
7-Bu defa gittiğimde
dalga fazla değildi ama genelde çok dalgalı bir denizi var.
8-Özden Deresi tarafında konaklama
imkanı var.
Patara Plajı, Karadere, Özden Deresi tarafında
konaklama yapabileceğiniz bungalow evler var. Ayrıca çadır kurmak için de camping
hizmeti veriliyor. İşletmenin adı Patara Green Park.
Patara Kum Tepeleri. Güneşi burada batırdık, Mutlaka
güneşin batışını burada izleyin. Atmosferde çok ilginç renk dalgalanmaları gözlemleniyor.
Güneşin battığı hatta oluşturduğu çizgisel renk harelenmeleri çok ama çok güzel
görünüyor. (kare ters ışık çalışmasıdır)
Ters ışık çalışması ile Patara Kum Tepeleri gün batımı….
Güneş ancak bu kadar güzel batırılır….
Kum tepesinden aşağıdaki alana bakıldığında sanki gaz
bulutu varmış hissine kapılıyorsunuz. Görsellik çok etkileyici gerçekten…
Bir diğer ters ışık çalışması….
Patara Kum Tepelerinde çöl efekti verilebildiği için,
senaryosunda çöl görüntüsü olan filmlerin çekimi için bu civarda film seti
kuruluyormuş. Bu da bizim film kastı…
Şu gördüğünüz ekip, bu kareden sonra kumlardan aşağıya
doğru yuvarladı kendini. Video çekenimiz oldu. Yuvarlanan mı eğlendi, çeken mi
bilmiyorum artık. Ekibin aklında ise “Seferoğulları ile Tellioğullları” vardı.
Patara Kum Tepelerinin ziyaretçileri….
Bu ufaklık ise maskotu oldu ziyaretçilerin. Kumda hop
hop hopluyordu, nasıl neşeli nasıl anlatamam….
Patara Kum Tepeleri’nde Gezgin Botlar ben….. Fotoğrafı
İbrahim Köseliören çekmiş, sağolsun...
2.GÜN
Kalkan-Kaş
arası iç tarafta kalan dağlık rota Gökçeören-Çukurbağ
Kalkan'ın
kuzeyindeki Gökçeören'e araçla ulaşıp, buradan Çukurbağ'a
doğru yürüyüşe başladık. Rota çok güzeldi ve gene
fotoğraflı anlatıma aşağıda yer vereceğim. Gökçeören
Vadisi, Hacıoğlan Deresi, Dereköy Vadisi, Phellos Orman Kulesi
üzerinden yürüyüş yapıldı. Yürüyüşümüz sırasında Susuz
Dağını seyrede seyrede etabı geçtik. Çukurbağ Köyü'ne
ulaşınca aracımız bizi alıp, Kaş merkeze götürdü. 2.gün
KAŞ'ın merkezinde konakladık. Bugün yürüyüş rotası çok
güzeldi ve oldukça kolay bir rotaydı. Ancak yaptığım bir hata
başparmaklarımın morarmasına neden oldu. Ayakkabı seçiminin ne
kadar önemli olduğunu bilirim de, nahoş bir tecrübe ile bunu
teyit etmek de çok can sıkıcı oldu. İlk gün yürüyüşte benim
25 yıllık botların çemberi açıldı. 2.gün de çember iyice
açılmasın, tamir edilebilir halde kalsın diye düşünüp, yedek
ayakkabımı giydim. Yedek çiftim şehir içi yürüyüşte iyi
ayakkabı gibi görünmesine rağmen, 2.gün rotanın inişli
bölümünde korkunç şekilde ayak başparmaklarına baskı yapmaya
başladı. Yıllardır yürürüm, hiç başıma gelmeyen şey oldu
işte ve inişte parmaklarım biliyordum ki morararcaklardı. Tüm
ağrı acıma rağmen rota gene de çok güzeldi.
2.gün
10:15 de başlayan yürüyüşümüz, 16:30 civarı sonlandı. 18 km
yürüyüş sırasında 500 mt rakımdan 1000 mt rakıma kadar çıkıp,
inişe geçtik. 5 saat yürüyüş ve uzun mola dahil 1,5 saat mola
verdik bu gün. Sıcaklık bu mevsim için yüksekti ama çok da
rahatsız olmadık.
2.GÜN
YÜRÜYÜŞÜNE AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM
2.gün yürüyüşe başladık, herşey hazır.....patika yol bizi çağırıyor.....
Yol
üzerindeki dere. Bölgede su kaynağı var, ama gene de karşımıza
nasılsa çeşme, kaynak çıkar diye düşünüp, suyunuzu yeterince
almadan yollara çıkmayın.
Yürüyüş
sırasında yükseklik ve toprağın durumuna bağlı olarak çam,
zeytin, meşe, ardıç ve diğer pek çok ağacın oluşturduğu çok
güzel ormanlık alanlardan geçiliyor. Koku muhteşem. Şehirde
yaşarken, memleketin bu bölgesinde içinde kaybolacağınız bu
kadar güzel doğanın var olduğuna inanamıyor insan. Gelin görün
ki yazımı hazırlarken camdan İstanbul manzarası can sıkıcı...
Çok
nazlı, çok güzel çiçekler var rota üzerinde. Hepsi de seyir
için vakit ayır bana diyor. Güzel bir ANEMON....
Bu
da ilginç bir çiçek, sonraki Likya yürüyüşlerime gitmeden önce
buraların bitki örtüsü hakkında kitap almayı planlıyorum.
Çiçeklerin adını bilseydim keşke dememek için....
Likya
yolu güzergahında ve St. Paul güzergahında çok sık rastlanan
bir çiçek. E.J.Davis de 1872 yılı gezi anılarını anlattığı Anadolu kitabında bu bitkinin çokluğundan
bahsetmiş... Çiçeğin adı KARAĞAN....
Yeşilimsi sarı çiçeği olan ilginç bir bitki bu da,
yakından baktığınızda minicik, iç içe geçmiş garip bir çiçek
yapısı var. Adı SÜTLEĞEN. Bitki zehirli ve usta ellerde müshil
olarak kullanılıyormuş. Yazdım diye denemeye kalkmayın, benden
söylemesi. Zehirli olduğu için hayvanlar yanına bile
yanaşmıyor...
Bu güzelin de adını bilmiyorum....
Bölgede
çok değişik bitkiler, ağaçlar mevcut. Bunların bir kısmı
bölgenin endemik varlıkları. Yürürken etrafa dikkatle
baktığınızda değişik gelecek ağaçlardan tutun da, ilginç
çalı ve gerçekten çok ama çok minik çiçeklere kadar envai
çeşit bitki göreceksiniz. Bölge bitki örtüsü açısından çok
zengin...
Yukarılardan
manzara, az sonra oralarda olacağız.....
Rota
üzerinde çok güzel köylerden geçiliyor. Taş evler gerçekten
çok alımlı. Bu evlerin bakımı yapılabilse, tadil edilebilse
bölge çok değer kazanır diye düşünüyorum. Tabi, gezginler
kendi atıklarını da beraberinde getirmesinler diye de diliyorum.
Bulunulan bölgeye özen göstermek zor olmasa gerek.
Bu
yakışıklı çoban köpeği yolda bize bir süre eşlik etti. Çok
korkukusuzdu. Koruduğu sürü ve sahibi çoban yakınlarda olsa
gerek, ama görmedik.....
Dedim
ya dost canlısı, her merhaba diyene hemen patisini uzatıyordu.
Gruptaki herkesle böyle tanıştı. Sürüsünü koruması
gerektiğinde ise hiç çekincesi yokmuş gibi de bir özgüven
sahibi....
Likya
Yolu sakinimize ait diğer kare. Çok centilmen halleri var, bu dansı
bana lütfeder misiniz der gibi Seval ile merhabalaşıyor....
Bu
harika gül birden bire karşımıza çıktı. Kocaman olmuş,
dopdoğal haliyle düzlük alanın orta yerinde gezginlere şaşkınlık
veriyor. Tam da reçel gülü, kokusu o kadar çarpıcı ki, yanından
ayrılmak imkansızdı. Sürgünlerinden 3 dal aldım ve 1,5 lt lik dibinde azcık su olan boş pet şişe içine koydum ve tüm yolculuk boyunca
İstanbul'da bu gülü yetiştiririm hayaliyle dolandım.
Havalimanına ulaşınca, su şişesini güvenlikten geçirdim,
yolculukta elimde onunla oturdum. Eve ulaşır ulaşmaz sürgünler
köklensin diye suya daldırdım. Azcık köklendi ama toprağa
dikince maalesef çürüdü. Bu bölgeden tekrar geçersem, inad
ettim bu gülü nasıl büyüteceksem, öyle sürgün alıp,
İstanbul'da tuturacağım. İnanın kokusu halen burnumda.....
Bu
çınarın altında yemek molamızı verdik. Koca ağacın altına 15
kişi dağınık düzen oturduk ve ancak yaptığı gölgelik alanın
1/3 ünü filan kaplayabildik. Düşünün artık büyüklüğünü
ve kaç yaşında olabileceğini.....
Yemek
molası bitti, yola devam...Benim menümde fındık, fıstık, kuru
kayısı, ceviz, ayva, küçük kutu süt ve su vardı. Arkadaşlar
kaşarlı sandviç, konserve pilaki, kurutulmuş et, domates,
salatalık, çeşitli meyve ve termosta çay ile karınlarını
doyurdular. Şahsen taşımam ama termosta çay-kahve taşıyana da
hayran oluyorum. Benim için ne kadar az ağırlık, o kadar çok
konfor...
Yön
gösteren işaretli taşı bulabilmek için bu güzel ağacın
etrafında biraz dolandık. Yürüyüş sırasında belli aralıklarla
yön işaretlemelerini görmeye özen göstermek gerekiyor. Bir süre
yürüdüğünüzde yön işareti karşınıza çıkmıyorsa, yanlış
yöne gidiyor olma ihtimaliniz yüksektir. Mutlaka etrafta yön
işaretlerini arayın. Hatalı yöne gittiğinizi anlamakta geç
kalınırsa, o kadar yolu geri dönüp, son gördüğünüz işarete
ulaşmak ve yön işaretini aramak çok vakit kaybettirir. Ama
streslenecek bir şey yok, işaretlemeler belli aralıklarla
yapılmış. Mutlaka etrafa bakınca görürüsünüz....
Durun
bir poz verin dedim önümdeki arkadaşlara, hemen havaya girdiler.
Çok güzel ekipti. Bu gruptaki arkadaşların pek çoğu ile sonraki
gezilerde de beraber oldum ve daha pek çok trekkinte
karşılaşacağımız kesin..... Yazımı hazırlerken bir yandan da Eylülde yapacağımız Makedonya trekking turuna hazırlanıyorum... :)
Az
sonra bu kayanın üstüne çıkıp, poz vereceğiz. Kayanın üstüne
çıktığınızda vadiyi ayaklarınızın altına aldığınızı
hissediyorsunuz. Azcık dikkat ama lütfen.....
Objektifimin
açısı yeterince geniş olmadığı için, ekibin yeterince
yakınına gidip, hem aşağıda uzanan vadiyi, hem de arkadaşları
kareye sığdıramadım. Artık sizin hayalinize bırakıyorum,
kayanın altında dik bir yamaç var ve vadiye boşluktan
bakıyormuşsunuz hissi veriyor kayanın üstünde olmak....
İşte
anlatmaya çalıştığım tam da bu. Etem the Peter, Heidi'nin
Peter'i.... Ama bence Alpler de neymiş, işte Anadolu'nun Teke Yarımadası tüm güzelliği ile önümüzde.... Gerçekten ülkenin her bölgesi ayrı bir maceraya
çağırıyor....
İşte
o kayalığın üstünde gezgin botlar. Bu fotoğraftan bir süre
sonra parkurun iniş bölümüne ulaştık. İşte o inişte ayağımda
gördüğünüz yedek diye yanıma aldığım ayakkabılar baş
parmaklarıma çok baskı yaptı. Ayakkabı numarasında sorun yok
ama başparmak bölümü yükseklik olarak yeterli olmadığı için
inişte ayak başparmaklarıma ayakkabının üst kısmından ciddi
baskı oldu ve iki parmak da morardı. AYAKKABI SEÇİMİ ÇOK ÖNEMLİ
yürüyüşte, bunu bilip de sorun yaşamak da ayrı can sıkıcı.
Şehir içinde en ufak sorun yaşamadığım bu çift ayakkabı
maalesef trekkinde başıma çok iş açtı...... Fotoğrafı Meryem
Gül Eren çekti, sağolsun.....
Bu
rota yükseklerden bakıldığında vadilerde, ovlarada sera
alanlarını bolca göreceğiniz bir rota. Bazı sera alanları
gerçekten uçsuz bucaksız görünüyor yukarıdan. Akdeniz
bölgesinde gezerken kişisel bahçeler dışında hiç bir yerde
açıkta domates yetiştirildiğini görmedim. Bununla ilgili
hikayeyi ise diğer Likya Yolu yazılarmda yazacağım.
Vadiler
ayağımızın altında yürümeye devam. Ara ara dönüp geldiğimiz
yollara bakıyorum da, katedilen dağ/tepelerin eteklerindeki rota
dantel gibi görünüyor....Aaaaaa diyorsunuz, şu uzakta görünen
kuş kanadı misali dağ eteklerini geçtik de geldik bu
noktaya......
Ve
yürüyüşüzün bitmesine yaklaşık 2 km kala Çukurbağ Köyüne
yakın yukarı bölgede Phellos Antik Kenti kalıntıları bulunuyor.
Phellos taşlık ülke demekmiş Yunancada. Kentin kalıntıları çok
güzel işçiliğe sahip. Bir yapının yer mozaikleri çok zevkli
olduklarını gösteriyor. Kent M.Ö. IV.yy. da en iyi dönemini
yaşamış. Şu an pek çok kalıntı çalıların altında kalmış
ve antik kentin kazı çalışmaları maalsef yarım kalmış.
İnternet üzerinden bilgi temin etmek mümkün......
Diğer
lahit görseli. Kimler geldi, kimler geçti bu topraklardan. Böyle
lahit adıma yapılsın ister miyidim acaba diye soruyorum kendime;
yok istemezdim. Neyse ölümü düşünmenin alemi yok şimdi....
Diğer
lahit. Antik kentlerde denk geldiğimiz lahitlerin büyük kısmının
içine girmek için ya kapaklarını devirmişler, ya da lahitleri
yandan girmek için patlatmışlar. Define avcılarının mahareti.
Fotoğraftaki kısım galiba orjinalinde var. Definecilerin marifeti
değil yani...
Phellos
Antik Kentin'den vadinin görüntüsü...Bu vadiye doğru inişe
geçtik ve benim parmaklar iyice zonklamaya başladı.... İnişte
Almanya'dan gelmiş gencecik, aşık bir çifte denk geldik.
Buralarda olmaktan çok mutluydular. Birbirimize şans dileyip,
yolumuza devam ettik. Fotoğrafta arka planda Kaş'ın denizini rahatlıkla görebilirsiniz.
Çukurbağ Köyünün sol tarafına (yukarıdan bakınca) böyle bir alanı traşlamışlar. Seneye bu bölgeye tekrar gelirsem, bu alana ne inşa etmiş olacaklar acaba diye merak ediyorum. Evet talep var, nüfus artıyor, yerleşim yeri lazım filan ama, böyle traşlanmış görünce canım sıkılıyor. Umarım moloza belenmiş bir yapı görmeyiz burada ve umarım az katlı, ağaçlandırılmış, yeşile dost bir şeyler inşa ederler bu alana. Tercihim bu alanın doğalı neyse öyle kalması...
Saatlerce
oynayabilir sizinle. Bahar ayı tam da oğlakların dünyaya geldiği
ve en sevimli oldukları zaman. Bölge dağlık ve çalılık
olduğundan keçi yetiştiriciliği yapılıyor. Aslında vakit olsa,
geçilen köylerde belki de keçi sütü bulmak ya da peyniri bulmak
mümkün. Tabi hemen tüketmek kaydıyla....
Çukurbağ
Köyüne ulaştık ve bölgede bu bitkiyi gördüm. Adı YILAN
YASTIĞI. Neden böyle bir adı var bilmiyorum ama yorum da yapmadan
edemedim; kokusu kötü olduğu için hayvanlar yanaşmıyor, güvenli
alan oluşturduğu için yılanlar yumurtalarını çiçeğe
bırakabiliyor olabilir mi acaba? Danaayağı, filkulağı gibi
adları da var bu çiçeğin. Kokusu kötüydü. Bitki zehirli imiş
ve ilaç sektöründe kullanılıyormuş....
Çukurbağ
Köyünde sincap ailesinin bir üyesi tırmanışta. 10-12 fertlik
bir aile, kıpır kıpırlar, net kare almak çok zor oldu. Bir de
renkleri kayaların rengiyle neredeyse aynı, zor farkediliyor
yaramazlar. Bugünkü yürüyüşümüzü sincaplara veda ederek
bitirdik ve aracımızla KAŞ merkeze hareket ettik......
KONAKLAMA KAŞ MERKEZDE
En
favori tatil bölgesi ya da yerleşmeyi hayal ettiğin en favori
mekanların nereler deseler listenin başına galiba KAŞ'ı koyarım.
Likya Yolu trekkingi harika gidiyordu ne ki 2.gün ayak
başparmaklarımda sorun yaşayıncaya kadar. Tamamen hatalı
ayakkabı tercihi, yoksa trekkingin zorluk seviyesi oldukça makul
aslında. Bahsetmeden edemeyeceğim; Asuman rotayı belirlerken, yönü
daha hafif tırmanış gerektiren taraftan başlatıp, daha dik
sayılabilecek rotadan ise inişi ayarlamaya çalışıyor. Yani güne
daha dik taraftan tırmanmaya başlamıyorsunuz, bu daha efektif bir
yürüyüş sağlıyor. Ama elbette her zaman rota böyle
ayarlanamayabiliyor. Çünkü doğada coğrafi şartlar neyse, sen
ona uyacaksın.
Kaş'a
2.gün akşam üstü ulaşınca merkezdeki otelimize yerleştik ve
dışarı çıktık. Mayıs ayı bu bölgenin en güzel zamanı, hava
şahaneydi gene. Akşam meydanın arka sokağındaki balık
restoranına gittik ve tabi ekipte herkes oynamaya meraklı olduğu
için özellikle de Trakya havaları çaldırıp, çok fazla göbek
attık. Diğer restoranlardaki müşteriler ve sokaktan gelen
geçenlerde bize eşlik etti. Çok eğlendik ama çok. Restora'nın
aşçısı da Trakyalıymış, onu da oynattık :)...
3.GÜN
Kaş-Limanağzı
Bu
rotada yürümedim, arkadaşların tecrübelerini naçizane
paylaşacağım.
Ayak
sorunum nedeniyle 3.günü uzun zamandır gelemediğim KAŞ'ı
gezerek geçirmeyi istedim. Ben buralarda yokken yeni marina bitmiş,
artık ev filan yapamazlar dediğim bazı dağlık bölgelere evler
yapılmış olduğunu gördüm. Eh benim gibi KAŞ'ta yaşamak
isteyenlere ev lazım diye gönlümü avuttum. Moral bozarak
başlamayalım, KAŞ gene herzamanki gibi çok güzeldi. Gruptan
Mevlüt'de bu kasabaya daha önce hiç gelmemiş ve benimle KAŞ'ı
görmek istedi, o gün yürüyüşe katılmadı. Beraberce Kaş'ın
keyfini çıkarttık.
Ekipdeki
diğer arkadaşlar kahvaltıdan sonra rotaya girmek için bizden
ayrıldılar. Döndüklerinde ise gene çok güzel bir yürüyüş
olduğunu ballandıra ballandıra anlattılar. Rota'da denize de
girmişler. Biz de Küçükçakıl'da denize girdik, balık yedik,
güneşlendik, sohbet ettik ve Kaş'ın keyfini çıkarttık ama gene
de rotada olmayı da istedik. Her ne kadar rota fotoğraflarım
olmasa da Kaş fotolarını paylaşmak ve biraz da Kaş'ı anlatmak
isterim.
3.GÜN KAŞ'A AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM
2007
Mayıs ayında çektiğim fotoğrafladan biri. Bu tarihten bu yana
Küçükçakıl Plajındaki kayalık alan üzerine ahşaptan
platformalar yapmışlar ve güneşlenilebilecek alanları
genişletmişler. Eskiden kayalık alanların üzerine beton dökülüp,
düzlenmiş alanlara konan şezlonglarda güneşlenilirdi. Denize
giriş gene eskisi gibi kayalardan aşağıya uzatılmış
merdivenler yardımıyla ya da kayalardan atlayarak yapılıyor.
Küçükçakıl
Plajından sabah görüntüsü. Bu plaj sağlı sollu kayalık olup,
kayalıklardan direk ya da merdivenlerden inerek de denize girme
imkanı verdiği gibi, adını aldığı bu küçük çakıllı
plajdan da denize girmek mümkün. Girer girmez kayalardan gelen
tatlı su kaynaklarının verdiği serinliği hemen hissediyorsunuz.
Çivi gibi yapar Kaş denizi insanı. Kaş'da tüplü dalış yapmak
da çok keyiflidir. Kaş görüş uzaklığı konusunda dünya
literatürüne girmiş dalış merkezlerinden biridir. Özellikle
Kanyon dalışı en keyif aldığım dalışlardan biriydi.
Fotoğrafı Aynur Karabaş çekti.
Yıllar
önce geldiğimde inşası başlayan marina çoktan bitirilmiş.
Marinaya karşı bir kafede oturup, buranın eski halini hatırlamaya
çalıştım. Kaş eskiden de güzeldi, şimdi de güzel....
Marinanın
girişindeki ORMAN GÜLÜ AĞACI. Mayıs ayı bu ağacın en çiçekli
olduğu dönem. Gerçekten festival gibi ağaç. Bu ağacın en
iddialıları da bu coğrafyada yetişiyor.
Akşam
Kaş merkezdeki liman civarında gezerken karetta karettaya denk
geldik. Karnını doyurma derdindeydi. Yıllar önce Kaş
dalışlarımdan birinde çok açıklarda derinlerde bir tane gördüm diye
tekneyi birbirine kattığım bu güzellik, an itibariyle marinada
salına salına yüzüyordu. Fotoğrafı Ülkü arkadaşım çekti.
Merkez
marinadaki karetta karettadan ikinci görüntü. İkili yaşam
halinde, başındaki balıkla gayet mutlu görünüyor. Fotoğrafı
Ülkü arkadaşım çekti.
Kaş-Kalkan
arasında Kaputaş Plajı. Kaş merkeze 20 km civarı mesafedeki
plajı yukarıdan ne kadar seyrederseniz seyredin doyamıyorsunuz. Kaş'tan Kalkan'a giden dolmuşlarla plaja ulaşmak mümkün. Deniz
keyfi için güzel bir yer. Eskiden burada hiç bir tesis yoktu. Son
gittiğimde ise fotoğraf karesine almadım ama, kafe gibi bir yerin
inşası vardı. Sezona mutlaka yetiştirmişlerdir. Deniz çok çabuk
derinleşiyor ve son derece serin. Çünkü tatlı su kaynakları
var. Dalga
olduğu zamanda büyük dalgalarla baş etmeye çalışmak çok
keyifli.....
Mayıs 2018 de inşası yapılan tesis. Burası tam anlamıyla bakir bir plajdı. Ama illa da ticarete konu olacak. Sanırım yüksek sezona girildiğinde bitmiştir tesis. 2007 yılında geldiğmde bu plaja gitmeden önce su ve yiyecek takviyesi yapmak gerekiyordu ve onun ayrı bir keyfi oluyordu. Korkarım ilerleyen yıllarda tesis işletiyoruz, hizmet veriyoruz diye girişte bilet kesmeye kalkarlar.... Ne acı bir durum.... Eklemeden edemeyeceğim, buradan geçen yolun inşası sırasında 4 işçi kazada hayatını kaybetmiş. Huzur içinde uyusunlar...
Mayıs 2018 de inşası yapılan tesis. Burası tam anlamıyla bakir bir plajdı. Ama illa da ticarete konu olacak. Sanırım yüksek sezona girildiğinde bitmiştir tesis. 2007 yılında geldiğmde bu plaja gitmeden önce su ve yiyecek takviyesi yapmak gerekiyordu ve onun ayrı bir keyfi oluyordu. Korkarım ilerleyen yıllarda tesis işletiyoruz, hizmet veriyoruz diye girişte bilet kesmeye kalkarlar.... Ne acı bir durum.... Eklemeden edemeyeceğim, buradan geçen yolun inşası sırasında 4 işçi kazada hayatını kaybetmiş. Huzur içinde uyusunlar...
Kaş'a
yakın Simena Kalesi'nden bir görüntü. Kareyi Mayıs 2007
tarihinde çekmiştim. Kaş merkezden kalkan günübirlik tekne
turları ile önce Batık Şehir üzerinden geçilip, hemen
sonrasında Kale Köyü'ne ulaşılıyor. Bu bölgeye sadece denizden
ulaşım var. Bir de Üçağız'dan patika takip edilebiliyor
denmekte ama ben yürüyerek ulaşanı duymadım. Likya Yolu yürüyüşü
sırasında buraya gitmedim ama, eskiden gittiğim ve favorim olan
günübirlik turlardan olduğu için bahsetmeden edemedim.
Simena
Kalesi'nden bir görüntü daha. Günübirlik tekneler ayrıca yemek
molasını burada yerleşik köylülerin işlettiği restorantlarda
veriyorlardı ve gerçekten harika salata çeşitleri ve balık/köfte
ikramı oluyordu. Kaş'a gidildiğinde mutlaka yapılması gereken
şeylerden biri tekne turu, diğeri ise merakınız varsa tüplü
dalış yapmak....
Gene
Mayıs 2007 tarihinden kalma bir fotoğraf. Kare Kaş'tan
ulaşabileceğiniz Saklı Kent'e ait. Harika ıslak zemin yürüyüş
parkuru olan, serin suların içinde bata çıka keyifle kanyonun
içlerine doğru yürüyüş yapabileceğiniz bir bölge. Likya Yolu
etabı sırasında gitmedim ama, bu gezi alanından da bahsetmeden
edemedim. Giderseniz eğer, üzerinize sadece mayo, üste t-shirt,
ayağınıza ise iyi bir ıslak zemin ayakkabası alırsanız çok
konforlu bir gezi yaparsınız. Kesinlikle çıplak ayakla yürünmez,
en kötü ihtimalle girişte verilen soğukkuyu lastiklerini giymek
zorundasınız. Cep telefonunuzu alacaksanız, su geçirmez özel
kap içine koyup, bu poşet içinden de fotoğraf çekimi
yapabilirsiniz. Büyük fotoğraf makinası kesinlikle riskli. Ayağın
kayıp da, suya düşmesi inanılmaz serinletici. Düşe kalka yürünecek
harika parkur....
Veeeeeee
Kaş'ın olmazsa olmazı dondurmaaaaaaa...... Üstüne de tazesinden
yapılmış adaçayı. Taze adaçayı filizleri sıcak su bulunan
bardağa daldırılıp, bir süre demlenmesi bekleniyor ve Kaş'ın
güzel restorantlarında tıka basa yenen yemek üstüne sindirim
sistemi için en güzel doğal ürün. İsteyen limonlu da
tüketebilir. Ama şeker koymayın derim, şeker aromasını
hissetmenizi engelliyor bence. Zaten şekeri de fazla tüketmeyin.
Dondurma kategori dışıdır :). Sonra da isteyen gecenin ilerleyen
saatlerini karşılamak için MAVİ BAR'ın karşısındaki kaldırıma
gidebilir. Kaldırım diyorum özellikle, barın karşısındaki
kaldırma oturmak bir konsept..... Ama girip birşeyler de için,
esnaf hayat bulsun.....Selfi İbrahim Köseliören'den.
Kaş'da tek üzüldüğüm tek şey şu oldu; merkezdeki limanda bulunan kafelerin arka tarafında belediye tarafından işletilen bir çay bahçesi var. Tost, adaçayı, sandviç, patates kızartması filan servis ediliyor ve doğal gölgelik alan. Ağaçların gölgesi harika... Eskiden buranın zemini yer yer toprak, yer yer çimlik alandı. Gidip buraya beton dökmüşler. Yetmiyormuş gibi bir de ağaçların dallarını yer yer budayıp, gölgelik alanı azaltmışlar. Eskiden püfür püfür serin olan yer, şap-beton yüzünden ve ağaçların akıbetinden dolayı olmuş sıcak bir alan. Neden beton dökersin arkadaş yere diye sormadan edemiyorum....Çok üzüldüm çay bahçesinin bu haline ve fotoğrafını da protesto edip, koymuyorum....
4.GÜN
Delikkemer-Patara
Ayak
başparmakalrımda halen sorun yaşasam da, benim evladiyelik
botlarımla bugün yürüyüşe katıldım. Likya Yolu 3.etabında
son günümüz ve akşam uçağa yetişmek zorunda olduğumuz için
12 km olarak planladığımız rotayı daha kısa kesmek amacıyla
araç ile başlangıç noktamızın daha ilerisine kadar gidip,
Delikkemer civarından rotaya girdik. Bu rota seraların yukarıdan
bol bol göründüğü, klasik Likya Yolu rotalarından bir tanesi.
Yürüyüş tam Patara Antik Kentin'de bitti. Aynur, Veli ve ben
Patara Antik Kentini gezmek istediğimiz için bir kaç saat sonra
buluşmak üzere ekipten ayrıldık ve antik kentin içine doğru
ilerledik. İyiki de kenti detaylı görmek istemişim, sebebini
fotoğraflardan anlayacaksınız.
4.gün
10:40 da başlayan yürüyüşümüz, 13:30 da bitti ve 9 km mesafe
katettik. 150 metre rakımdan 0 rakımlı Patara Plajına ulaştık.
Plaj ulaştığımızda hayli rüzgarlıydı. Birşeyler atıştırdık,
dinlendik ve havalimanına doğru yola çıktık.
4.GÜN YÜRÜYÜŞÜNE AİT FOTOĞRAFLI ANLATIM
4.gün yürüyüşümüzün başladığı ana ait kare. Bu rotada yer yer ovalardaki seraları görüyorsunuz ve sonsuz sera var gibi geliyor insana....
Meşhur
Delikkemere adını veren yer olsa gerek. Kemerdeki taştan su
arklarındaki bölmelerden mi, yoksa bu geçitten mi Delik Kemer
adını almış, gerçekten bilmiyorum....Araştırdım, güvenilir
bilgiye rastlayamadım.....Grubun bir kısmı poz veririken.....
Delikkemer üstünden bir kare. Bizim ekibin hanımları havalı arkadaş......
Patara Kenti'ne su götüren kemerlerin üstünden bir kare daha. Birleşik kaplar sistemine göre aynı basınç altında, aynı tabana bağlı sıvı farklı şekil kaplarda dahi olsa su aynı seviyeye gelmeye meyil ediyor. Sıvıyı bir yerden koyduğunuzda, diğer kaplara akışı eşit basınç sebebiyle devam ediyor. Yani suyu yükseklerden getirmeyip, böyle ova aşıracaksanız, bu fiizik kanunu imdadınıza koşuyor.....
Yabani
buğday. Delikkemer'in hemen altı. Bu alanı görünce aklıma
Harari'nin Hayvanlardan Tanrılara kitabı aklıma geldi. Yayıncısına
teşekkürler, ama asıl iyi bir çevirmen olan ve kitap grubumdan
tanıdığım çevirmeni Ertuğrul Genç'e teşekkür etmeden
geçemeyeceğim...Ellerine sağlık.....Kitabı naçizane tavsiye ederim.
Azıcık yayılalım..... Kemerin hemen altındayız.
Patara'ya 10 km var, su kemeri yakınındaki tabela. Arkadaki zeytin ağacının bereketi iyidi. Çeneklerde meyveye dönecek güzel sağlıklı çiçekleri vardı.
Delikkemer'i geçtik, uzaklardan bir kare. Buradan bakıldığında kemerin asıl uzunluğu ve vadiyi nasıl aştığı, bileşik kaplar sisteminin nasıl çalıştığını daha iyi anlama şansınız oluyor.
Rotada denk geldiğimiz çeşmelerden biri. Suyu lezzetliydi. Likya Yolu rotalarında kuyu veya çeşmelere rastlıyorsunuz ama gene de nasılsa karşımıza çıkar diye güvenip, günlük suyunuzu almadan yola çıkmayan derim. Çünkü orada olduğunu bildiğiniz ya da tahmin ettiğiniz kaynak yer değiştirmiş ve orayı beslemiyor olabilir, ya da kurumuş olabilir. Hatta bulanık bile akıyor olabilir.
Çantamın üstüne zıplamasa neredeyse farketmenin imkansız olduğu, çevreye uyum gurusu çekirge... Çok sakin hayvandı, ya da yorgundu.....
Yukarıdaki çeşmenin sakinleri...Hayat onlara güzel gibi görünüyor ama, avlanmak zorundalar, eş bulmak zorundalar.... Onların da var bir günlük rutini....
Sessizlik lütfen, arılar henüz kovanlarındaydı. Gürültüden rahatsız olup, korunma iç güdüsü ile kovanlarından çıkıp, saldırganlaşma ihtimalleri var.....
Yol üzerinde bir inşaat...Hikayesi nedir bilmiyorum.....
Kuyu suyu da mevcut rota üzerinde. Hayvanlar su ihtiyacını gidersin diye sadece yalağı doldurduk. Tatlı su kaynağı nerede olursak olalım kıymetli. Veli ile kuyudan beraberce su çektik, antrenman yaptık, suyu tekrar kuyuya döktük.... Bir iki kova çekmek dert değil de, günlük ihtiyacı karşılamak için onlarca kere kovayı yukarı çekip, bir de onu taşımak zor iş.......
Yıllara meydan okuyan ölmez ağacı zeytin. Bölgede yaşı çok ama çok büyük zeytin ağaçları görme şansınız var. Zeytin kıymeti bilinmesi gereken güzel ağaçlardan biri. Meyvesi, yaprağı, gövdesi her şeyi işe yarıyor.....Görselliği de cabası......
Bu tip çalılık alanlar rota üzerinde hayli yoğun. Bu tip bölgelerde yürürken, ekibin birbirine yakın yürümesi gerekiyor. Sadece önden gidenin bıraktığı dal parçalarının arkadakine çarpmasını engelleyecek mesafeyi korumakta fayda var. Bu alanlar ekip üyelerinin birbirlerini kolayca gözden kaybetme riskinin olacağı alanlar....
Veeee hedef aşağıda gördüğümüz Patara Plajı. Ama önce yolumuz Patara Antik Kenti'nden geçecek....
Likya Yolu sakini bir örümcek. İlginç bir ağ kuruyor kendine. Ortası kara delik gibi görünen bu ağ sanırım av olacak böcekleri kendine çekiyor. Mühendislik harikası aslında......
Bir de bu durum var. Yorumsuz......
Yılkı atları. Kaderlerine terkedilmiş durumdalar. Acı ama maalesef böyle......
Hemen aşağıda Patara Antik Kenti. Kentin giriş kapısında 4.gün rotası bitti. Ekibin bir kısmı Patara Plajına direk gitmeyi tercih etti. Aynur, Veli ve Gezgin Botlar olarak biz kenti gezmeyi tercih ettik. Buyurunuz tarihçesi kısaca aşağıdaki fotoğraflarda......
Mettius Modestus Takı. Patara'nın alemet-i farikası ve kentin girişi bu takın kemerli kapılarından geçilerek yapılıyor. Tak 19 mt genişlik ve 10 mt yüksekliğe sahip. Kuzey cephesinde "Likya Ulusunun başkenti Patara Halkı" yazmakta. Takın önünden kent merkezine doğru 23 mt genişliğinde yol uzanmaktaymış.
Patara Gelemiş Köyü sınırları içinde ve Batı Likya'nın dünyaya açılan deniz kapısı. Şehiri kuran Likyalılar bugünkü Burdur sınırları içindeki Dimri'de yerleşik olan halk tarafından kurulmuştur ve kendilerine Likyalı anlamına gelen Trmili adını vermekteydiler. Anadolunun en eski dili olan Luviceye yakın bir dili kullanmaktaydılar. Kent değişik tarihlerde Perslere, Attika-Delos Deniz Birliğine, İskenderden, Mısır egemenliğine geçmiştir. En son Roma tarafından Rodos'a bağlanan Likyalıların mücadeleleri sonucunda M.Ö. 168-167 tarihlerinde Likya Birliği kurulması ile Roma bu birliği tanımıştır. Patara, Likya Birliğinin başkenti olmuştur. M.S. 43 de Likya-Pamfilya nın çifte başkentliğini yapan Patara, Doğu Roma'nın kurulmasıyla tek başkent olur tekrar. Bizans zamanında da Konstantipol'den Doğu Akdeniz'e uzanan Ege deniz yolunun vazgeçilmezi olarak varlığını sürdürür Patara ve son derece zenginleşir. Aziz Nikolas yani Noel Baba M.S. 4. yy. da burada dünyaya gelmiş ve tüm dini bilgi ve öğretilerini Patara'da geliştirmiştir.
M.S. 541 yılında veba salgınında nüfusunun büyük kısmını yitiren Patara, M.S. 7 ve 8. yy. da Arap saldırılarından dolayı bölgenin dağlık bölgelerine çekilmişlerdir. M.S. 12. yy da Patara bir iç liman köyü görüntüsüne dönmüş ve M.S.1176 Miyorkefalon Savaşı ile Türkleşme ve İslamlaşma süreci içine girmiştir. Zamanla Eşen Çayı'nın taşıdığı alüvüyonlarla da limanı iyice dolunca tarihteki önemini yitirmiştir. (Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı Antik Kent Tanıtım Levhaları)
Gelelim Patara Antik Kenti'nin en fantastik yerine. LETO HURMALIĞI..... Hikayesini aktarmak isterim; Leto yani Zeus'un eşi doğum sancıları çekmekte, ancak sancıların tanrıçası Eilethiya Olimpos'ta altın bulutların altında oturmakta ve olaydan habersizdir. Hera kıskançlığı yüzünden sancı tanrıçasını Leto'dan uzak tutmaktaymış.Dokuz gün dokuz gece sancı çeken Leto'nun yardımına gene elçi İris'in haber vermesiyle yetişmiş Eilthiya. Leto'nun kollarını hurma palmiyesine sarması sağlayarak, diz çökmesini söylemiş ve sonunda Apoolon ışığa sıçramış. (Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı Antik Kent Tanıtım Levhaları)
Apollon'un ışığa sıçradığı yer olan Patara Antik Kenti'ndeki hurmalığın içi.
Apollon'un ruhunu çağıran Gezgin Botlar, ben. Hurmalığın içinde olmak çok ama çok fantastik bir duygu veriyor insana. Dakikalarca içeride oturup, kendinizi dinleyebilirsiniz. Antik Kent ile kıyaslayınca küçücük bir alan olan hurmalık, içine girince bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor insana. Acaba gerçekten söylencedeki gibi binlerce yaşında olabilir mi bu hurmalar? .....
Hurmalığın içinde hayli vakit geçirdik, daha doğrusu çıkmak istemedik. Şehirlilerin rüyasıdır ya sahil kasabası, bahçeli tek kat ev; ben bu hayalden vazgeçtim, böyle yuvarlak form dikilmiş, ulu ağaçlardan oluşan mekanım olsun istiyorum...Kafe işleteceğim ortasında.....
Antik Kent'in civarı baharın müjdecisi papatyalarla bezenmiş durumda.....
Patara Antik Kent'inin sütunlu yolu.......
Bu kapı oluşturulan Likya Birliği Meclis Binası'nın girişidir. Anadolu topraklarında bu kapıdan geçenler, demokrasiye bu topraklarda ilk adımını atan ayrıcalıklı kişilerdi.......
Likya Birliği Meclis Binası içi. Montesquieu,"Yasaların Ruhu" adlı eserinde Likya oluşumunu cumhuriyet modelinin mükemmel bir örneği olarak tasvir etmiştir. (Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı Antik Kent Tanıtım Levhaları)
Zaman makinasına binsek ve meclisin toplantılarından birine katılabilsek; acaba neler konuşuluyordu dersiniz.....
Kentin tiyatrosu. 6000 kişi kapasiteli tiyatro binası M.Ö. 1 veya 2. Y.y.da inşa edilmiş ve tiyatro gösterileri yanı sıra gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri de yapılmış.....
Kenti gezdikten sonra bizden önce Patara Plajına ulaşmış olan arkadaşların yanına gittik. Bugün plaj hayli rüzgarlıydı. Birşeyler atıştırıp, çayımızı yudumladıktan sonra, tekrar tekrar görüşmeye söz verip, plaja veda ettik. yolculuk İstanbul'a.....
LİKYA YOLU tüm etapları tercihe göre ardışık şekilde ya da her etap 3-4 günlük parkurlar halinde farklı farklı zamanlarda yürünebilir. Çadır konaklamalı ya da otel konaklamalı tercih de size kalmış. Önceden çalışıp, kendi rotanızı da belirleyebilirsiniz, ya da benim gibi rotaları iyi bilen bir lider eşliğinde yürüyebilirsiniz. Her nasıl olursa olsun, Teke Yarımadası'nın alameti farikası olan bu yolu trekkinge gönül veren herkesin mutlaka, ama mutlaka geçmesi gerekir diye düşünüyorum. Sahne tozunu yutanın sahneden vazgeçemeyeceği gibi, Likya Yolllarının tozunu yutan da bu parkura defalarca gelmekten kendini alamayacaktır. Hiç vakit kaybetmeyin, 3-4 günü kapsayan rotalar halinde turunuzu planlayın derim; ben geç kalmışım, siz geç kalmayın.....Hayat kısaaaaaaaa......
Sevgiyle kalın......
Gezgin Botlar
Mürüvet Gündüz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder